Ana Menü

18 Mart'ı Unutma Unutturma!!!

Başlatan sedokajmeran, Mart 07, 2007, 16:29:20

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

melankolizm

ÇANAKKALE DESTANI

Bir destan göründe ordular sıralansın
Bir destan göründe hayaller yaralansın
Bu destan uğruna yürekler naralansın
Destanı biz bilir biz yaşatırız beyler
Bir tarih yazarız bin lisan bizi söyler

Bu destan hürmetine yürekten kan gelir
Bir yiğit düşer yere sonra bin can gelir
Şehit diyarından şeref gelir şan gelir
İzinsiz toprağa kuşlar bile giremez
Bu tapulu yurtta kimse sefa süremez

Bilinmeyen ırktan bir uslanmaz kıtadan
Geldiler sürüyle uzaklardan öteden
Bura miras bize yetmiş göbek atadan
Bütün tarih yazar tüm kitaplar anlatır
Türk den inen yumruk yeri göğü inletir

Kan seli bürümüş boğazı yavaş yavaş
Bu cengaverliğe dayanmaz cümle dağ taş
Acun duymamış ömründe böyle bir savaş
Nefesler kesilmiş işleyen zaman durmuş
Kutlu ordumuz batıyı özünden vurmuş

Mermiler çılgın gülleler cesur mavzer kan
Şeref namustur yaralı alından akan
Kefensiz kabirsiz kara toprakta yatan
İmanla dağları dize getiren zattır
Cihanı kalbinden yaralayan pusattır

Bir top patlamasında bin düşman göçmeli
Şahi'ler hatrına kızıl kanlar saçmalı
Düşman karga ise kartal olup uçmalı
Kararmalı gündüz parlamalı geceler
Devlerin önünde diz çökmeli cüceler

Gökte Ay yıldız yerde al kana yürüsün
Şu boğaz ufkunu Türk kanunu bürüsün
Şiddetinden düşman çakal gibi ürüsün
Çaksın yıldırımlar şahlansın al yürekler
Türk e ait toprakta yaban eller ne bekler

Harpler eyledim Alplikten taviz vermedim
Mefkure dedim inanın sefa sürmedim
Krallar devirdim böyle savaş görmedim
Aniden uzandı dört yandan düşman kolu
Yüz olsa kaç yazar bedenim Anadolu

Kudurup gelen ardına bakmadan gider
Ateş olsa bile cürmü kadar yer eder
Gökleri çınlatan bir kutlu ses şöyle der
Gün olur devran döner öç bir gün alınır
Kırk asır geçse de tilki düşü bölünür

Vurulmaz Türk'e zincir dünya bilsin bunu
Böyle istedi Hak böyle olacak sonu
İmkan yok bozulmaz bu doğanın kanunu
Türk yurdu bütündür Türk e değer biçilmez
Dünya yarılsa da Çanakkale geçilmez

MIRZABEG
(2004)

gözzde_bjk

macın 18marttaa olması cok harıka bısey oldu tarıhıyle gurur duyan turk mılletıne en yakısan yapılmalı ve mactan oncede sonrada sehıtlerımız ıcın anlamlı seyler yapılmalı!ve tum turkıye BEŞİKTAS TARAFTARINI gormelı!
Kendi yüreğimden başka sığınacak yerim yok,yurdum yok!
Tüm hayallerin sonsuzluğa
Ve sona erebildiği yerdeyim!
Esir değil kul hiç değil
Kendimde yaşıyorum!

melankolizm

"Valideciğim;
Dört asker doğurmakla müftehir şanlı Türk annesi. Nasihat-amiz mektubunu Divrin ovası gibi güzel, yeşillik bir ovacığın ortasından geçen derenin kenarındaki armut ağacının gölgesinde otururken aldım. Tabiatın yeşillikleri içinde mest olmuş ruhumu, bir kat daha takviye etti. Okudum, okudukça büyük büyük dersler aldım. Tekrar okudum, şöyle güzel ve mukaddes bir vazifenin içinde bulunduğumdan sevindim. Gözlerimi açtım, uzaklara doğru baktım. Yeşil yeşil ekinlerin rüzgara mukavemet edemeyerek eğilmesi, bana annemden gelen mektubu selamlıyor gibi geldi. Hepsi benden tarafa
doğru eğilip kalkıyordu ve beni "annenden mektup geldi" diyerek tebrik ediyorlardı. Gözlerimi biraz sağa çevirdim, güzel bir
yamacın eteklerindeki muhteşem çam ağaçları kendilerine mahsus bir seda ile beni tebşir ediyorlardı. Nazarlarımı sola çevirdim, cığıl cığıl akan dere bana validemden gelen mektuptan dolayı gülüyor, oynuyor, köpürüyordu. Başımı kaldırdım, gölgesinde istirahat ettiğim ağacın yapraklarına baktım. Hepsi, benim sevincime iştirak ettiğini yaptıkları rakslarla anlatmak istiyordu. Diğer bir dalına baktım. Güzel bir bülbül, tatlı sedası ile beni tebşir ediyor ve hissiyatıma iştirak ettiğini ince gagalarını açarak göstermek istiyordu. İşte bu geçen dakikalar anında hizmet eri:
-Efendim, çayınız, buyurunuz, içiniz, dedi.
-Pekala, dedim. Aldım, baktım sütlü çay.
-Mustafa bu sütü nereden aldın? Dedim.
-Efendim şu derenin kenarında yayıla yayıla giden sürü yok mu?
-Evet, dedim. Evet ne güzel.
-İşte onun çobanından on paraya aldım.
Valideciğim, on paraya yüz dirhem süt, hem de su katılmamış. Koyundan şimdi sağılmış, aldım ve içtim. Fakat bu sırada düşünüyorum. Ben validemin sayesinde onun gönderdiği para ile böyle süt içeyim de, annem içmesin, olur mu? Şevket neden içmiyor? Dedim. Fakat yukarıdaki bülbül bağırıyordu:
Validen kaderine küssün. Ne yapalım o da erkek olsaydı, bu çiçeklerden koklayacak, bu sütten içecek, bu ekinlerin secdelerini görecek ve derenin aheste akışını tetkik edecek ve çıkardığı sesleri duyacak idi. Şevket merak etmesin. O görür, belki de daha güzellerini görür. Fakat valideciğim, sen müteessir olma. Ben seni, evet seni mutlaka getireceğim ve şu tabii manzarayı göstereceğim. Şevket Hilmi de senin sayende görecektir.
O güzel çayırın yeşil tarafında çamaşır yıkayan askerlerim saf saf dizilmişler. Gayet güzel sesli biri ezan okuyordu. Ey ALLAH'IM, bu ovada onun sesi ne kadar güzeldi. Bülbül bile sustu. Ekinler bile hareketten kesildi. Dere bile sesini çıkarmıyordu. Herkes, her şey, bütün mevcudat onu, o mukaddes sesi dinliyordu. Ezan bitti. O dereden ben de bir abdest aldım. Cemaat ile namaz kıldık. O güzel yeşil çayırların üzerine diz çöktüm. Bütün dünyanın dağdağa ve debdebesini unuttum. Ellerimi kaldırdım, gözümü yukarı diktim, ağzımı açtım ve dedim:
-Ey Türklerin ulu Tanrı'sı! Ey şu öten bülbülün, şu gezen ve meleyen koyunun, şu secde eden yeşil ekin ve otları, şu heybetli dağların halikı! Sen bütün bunları Türklere verdin, yine Türklere bırak. Çünkü böyle güzel yerler, seni takdis eden, seni ulu tanıyan Türklere mahsustur.
-Ey benim Rabbim! Şu kahraman askerlerin bütün dilekleri; İsm-i Celali'ni, İngilizlere ve Fransızlara tanıtmaktır. Sen bu şerefli dileği ihsan eyle ve huzurunda titreyerek, böyle güzel ve sakin bir yerde dua eden biz askerlerin süngülerini keskin, düşmanlarını zaten kahrettin ya, bütün bütün mahfeyle!
Diyerek bütün bütün dua ettim ve kalktım. Artık benim kadar mesut, benim kadar mesrur bir kimse tasavvur edilemezdi. Anneciğim, oğlun Halit de benim gibi güzel yerdedir. Dünyanın en güzel yerleri burası imiş. Yalnız bu memleketlerde düğün olmuyor. İnşallah düşman asker çıkarır da bizi de götürürler bir düğün yaparız, olmaz mı?..
Valideciğim, çamaşır falan istemem, paralarım duruyor. Allah(c.c.) razı olsun
Oğlun:
Hasan Ethem
4 Nisan 1331"

Muallim Hasan Ethem, bu mektubu 17 Nisan 1915'de bu mektubu yazmış, 2 gün sonra (3. Kolordu 19. Fırka 57. Alay 2.Tabur 8. Bölükte) şehit olmuştur.

Ruhlarına Fatiha.



alıntıdır.

Simurg

seddülbahir yanarken tüm sahil çalkalandı

BEŞİKTAŞK



Kahrolsun uyuyunca geçmeyen bazı şeyler..

carsi52

Arkadaşlar hepiniz süper fotolar koymuşsunuz yazanlarından eline sağlık.
Bölünür senin için uykular!

gordu87

teşekkürler..resim zaten her şeyi anlatıyor yaa:(
nasıl geldik birgün öyle gideceğiz..
beşiktaşlı doğduk beşiktaşlı öleceğiz..

allen ıverson

allah bida milletimize acılar çektirmesin......

melankolizm


AZMAN DEDE

"Azman Dede, Balıkesir'e son gömdüğümüz Çanakkale gazisi İvrindinin Mallıca köyünden 104 yaşında Azman Dede idi. Gençliğinde iki metreyi aşkın boyu,dev görünümüyle insan azmanı sayılmış herkes ona azman demeye başlamış,soyadı kanunu çıkınaca da Azman soyadını almıştı. Esas ismi âdeta unutulmuştu.Yıllar önce bir yerel araştırma sırasında Mallıca köyü
kahvesinde kendisiyle görüştüm. Kulakları ağır işitiyordu. Köylülerden biri yardımcı oldu. Benim sorduklarımı kulağına bağıra bağıra söyledi. Onun sesine alışkın olduğundan anladı. Sordukları mı cevapladı.

Söz Çanakkaleye geldiğinde o koca ihtiyar sarsıla sarsıla, hıçkırıklar içinde ağlamaya başladı. Kendi zor duyduğu için kan çanağına dönen gözleriyle bize de duyurmak için bağıra bağıra anlatmaya başladı :

Bir hücum sırasında bölük erimişti. Yüzbaşı telefonla takviye istedi. Gece yarısı siperleri takviye için istediğimiz askerler geldi. Hepsi askere alınmış gencecik insanlardı. Ama içlerinde daha çocuk denecek yaşta üç-dört asker vardı ki hemen dikkatimizi çekti. Bölüğü düzene soktum.Yüzbaşı gelenlerle tek tek ilgileniyor, karanlıkta el yordamıyla üstlerini başlarını düzeltiyor, sabah yapılacak olan süngü hücumuna hazırlıyordu. Sıra o çocuklara geldiğinde, o cıvıl cıvıl şarkı söylerek gelen çocuklar birden çakı gibi oldular. Yüzbaşı sordu;

Yavrum siz kimsiniz?

İçlerinden biri; Galatasaray Mektebi Sultanisi talebeleriyiz, vatan için ölmeye geldik!..diye cevap verdi.
Gönlüm akıverdi o çocuklara. Bu savaş için çok küçüktüler. Daha süngü tutmasını bile bilmiyorlardı. Onlarla ilgilendim; mermi böyle basılır, tüfek şöyle tutulur, süngü böyle takılır, düşmana şöyle saldırılır, diye. Onları karşıma alıp bir bir gösterdim. Siperlerin arkasında ay ışığında sabaha kadar talim yaptık.Gün ışımadan biraz dinlensinler diye siperlere girdik. Ortalık hafif aydınlanır gibi olunca hep yaptıkları gibi düşman gemileri gelip siperlerimizi
bombalamaya başladılar. Yer gök top sesleriyle inliyordu.Her mermi düştüğünde minare gibi alevler yükseliyor, birgün önce ölenlerin kol, bacak, el, ayak gibi parçaları havaya kalkan toprakla siperlere düşüyordu. Mermiler üzerimizden ıslık çalarak geçiyordu. Siperler toz duman içinde kalmıştı. Bir ara yüzbaşı;Azman yandık!..diye siperin köşesini işaret etti. O şarkı söyleyerek sipere gelen, sanki çiçek toplarmış gibi neşeli olan o çocuklar siperin bir köşesinde sanki bir yumak gibi birbirine sarılmış tir tir titriyorlardı.

Çocuklar harbin gerçeği ile ilk defa karşılaşıyorlardı.

Ürkmüşlerdi. Yüzbaşı yandık demekte haklıydı. Muharebede bir ürküntü, panik meydana getirebilirdi. Tam onlara doğru yaklaşırken içlerinden biri avaz avaz bir marş söylemeye başladı!..

Annem beni yetiştirdi bu yerlere yolladı. Al sancağı teslim etti, Allah'a ısmarladı. Boş oturma çalış dedi hizmet eyle vatana. Sütüm sana helal olmaz saldırmazsan düşmana.


Baktım hemen biraz sonra ona bir arkadaşı daha katıldı. Biraz sonra biri daha... Marş bitiyor yeniden başlıyorlar. Bitiyor bir daha söylüyorlar.Avaz avaz!..

Gözleri çakmak çakmak... Hücum anı geldiğinde hepsi süngü takmış, tüfeklerine sımsıkı sarılmış, gözleri yuvalarından fırlamış dişler kenetlenmiş bekliyorlardı . O an geldi. Birden yüzbaşı Hücum!..diye bağırdı. Bütün bölük, bütün tabur, bütün alay cephenin her yerinden
fırladık. İşte tam o anda, tam o anda, o çocuklar kurulmuş gibi siperlerden fırlayıverdiler. İşte o an. Tam o an bir makinalı yavruları biçiverdi. Hepsi sipere geri düştüler. Kucağıma dökülüverdiler. Onların o gül gibi yüzleri gözümün önünden gitmiyor. Hiç gitmiyor!.. İşte ben ona ağlıyorum, o çocuklara ağlıyorum!..

Azman dede ağlıyordu. Ben ağlıyordum. Kahvede kim varsa ağlıyordu.Kahveci gözyaşları içinde bize çay getirdi.

Eğildi; Azman dede hep ağlar. Niye ağladığını bugün ilk defa anlattı ." dedi.

alıntıdır..

Ruhları Şad Olsun , Unutma ,Unutturma