Ana Menü

Vuslat Aşkın Miladı Değil Celladı imiş.

Başlatan Simurg, Şubat 19, 2010, 11:45:06

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Simurg

Pia'nın peşinde...
"Pia"yı tanır mısınız? Pia, Attila İlhan'ın şiirinde bir meçhulün adıdır.
Şair bir şehre geldiği vakit, Pia başka bir şehre gider hep...
O yüzden "Ne olur, kim olduğunu bilsem Pia'nın/ellerini bir tutsam, ölsem" der İlhan...
Üstada "içindeki kadınlar" soruyorlar; şöyle diyor:
"Belki de o kadın aslında Pia... O hiç olmayan kadın... Aklımdakalanlar, imkansız aşkların kadınları... Yaşanmış aşklar kalmıyor.Bitiriyorsunuz karşılıklı... Hatırlanan, askıda kalmış aşklar..."
Gülay Göktürk de Hürriyet'te Ayşe Arman'a "aşk"ı, "karşındakinitanımamaktan, bilinmezlikten kaynaklanan bir duygu" diye tanımlıyordu:
"Aynı evde yaşayınca bilmeye, tanımaya başlıyorsun. Aşk da uçup gidiyor".
Ne garip değil mi?
Kadın ve erkek, Adem ile Havva'dan beridir hep o "yasak meyve"ninpeşinde koşup durdular. Kim bilir kaç kuşaktır sabırla, özlemle,ümitle, ölesiye, birbirlerine kavuşacakları, bir yastığa başkoyacakları günü beklediler.
"Aşk-ı Memnu", gözünü vuslata dikti asırlarca...
Bu marazi tutku, şiirlerden, masallardan koca bir külliyat doğurdu.

Sonra...

Gün geldi; devir değişti. "Sevenleri ayıran zalimler" devrildi.
Eros, tutuksuz yargılanmak üzere salıverildi.
Sevenler nihayet kavuştular.
Ve buluştukları anda aşk, uçarken bahar kokuları saçarak rengarenkparıldayan narin bir sabun köpüğü gibi sönüp dağıldı avuçlarında...
Anlaşıldı ki vuslat, aşkın miladı değil, celladıymış.
Yüzünü bile görmediği sevdalısı için dağlar delen Ferhat, asrımızdanihayet vuslata erince Şirin'e dönüp bakmaz, internet başından kalkmazoldu.
Sevdalısını bir kez görebilmek uğruna yıllarca pencerede bekleyenLeyla, evleneli beri, Mecnun'u kafaya takmaz, merak edip cama çıkmazoldu.
O zaman anlaşıldı ki, aşk gücünü kıstırılmışlığından alıyor, karşılıksızlığından, naçarlığından besleniyor.
Aşıklar yakınlaştıkça, aşk uzaklaşıyor.
Nazım "Sende ben uzaklığı, sende ben imkansızlığı seviyorum" diyeyazmıştı sevdalısına... Çünkü Veysel'in değindiği gibi, deryaya akanbir nehir, aslında deryaya değil, mütemadiyen ve hararetle ona doğruçağlamaya tutkundu.
Cazip olan, maksut mahalden ziyade; bizatihi seyahatti.
Aşk bir tahayyüldür.
Ebediyen müptelası olacağınız bir serap...
Dokununca dağılan bir kumdan kale...
Ben bu sırra ilk kez Metin Erksan'ın "Sevmek Zamanı"nda ermiştim.Duvarda fotoğrafını görüp vurulduğu kızın gerçeğiyle karşılaşıncadünyası yıkılan Boyacı Halil, sonunda kendi tahayyülünün hakikatinsıradanlığıyla aşınmasına izin vermemiş, kızı bırakıp sevdiğifotoğrafla göle açılmıştı.
Zor olan da budur zaten:
Aşkı her daim kendinde yaşatabilmek...
Bu anlamda aşk tek kişiliktir.
Bizim icadımızdır. Meçhule adanmışlığımız... gönüllü esaretimiz... bir muammanın peşinde tarumar olmayı göze alışımız...
İnsanoğlu birbirine varıp birbirini tükettiğinden beridir, ancakkafasındaki hayale tutunarak mutlu olabiliyor; her gördüğünde o hayaliarıyor, her sevdiğini o hayal sanıyor, her hayal kırıklığının kahredicikeyfinden melankolik bir haz alıyor.
Ve yeniden Mecnun'a dönüyor.
Bugün "aşk devri"nden kalma bir sihirli lambayı umarsızca ovalayıp duruyorsak o yüzdendir...

Belki Pia ansızın çıkıp gelir diye...

CAN DÜNDAR                                                                                                   
                                                                                                                          

BEŞİKTAŞK



Kahrolsun uyuyunca geçmeyen bazı şeyler..