Ana Menü

Ne maçtı ama! [Cem Dizdar]

Başlatan akbaba71, Mayıs 16, 2008, 16:14:03

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

akbaba71

Miadını doldurduğu için yere atılmış kombinelerden birkaçına basa basa çıktım İnönü'den. Belki bir sonraki sezon bu statı göremeyeceğimi düşünüp dönüp geri baktım çıkışta.
Bazı günler karışır kafamız. Geçmişimize olan bağlılığımız dilimizi sürçer. 'Şarj'a, 'şarz', 'şemsiye'ye 'şemşiye' dediğimiz de olur kafamız karışıkken. Hepsi anlaşılır şeylerdir. 'Şemşiye' diyen birinin kastettiği şeyin, bizi yağmurdan koruyup ıslanmamızı engelleyen edavat olduğunu bilir, hafifçe gülümser üzerinde durmayız bu geleneksel dil sürçmesinin.

Bazı günler karışır kafamız. Ak ile karayı ayıramaz, sarıyla mavinin karışımından yeşil elde edildiğini hatırlamayız. Bize rengimizi veren şeyi nereden aldığımızı unuturuz. İktidara yakınlıktır çoğu kez aklımızı başımızdan alan, gözümüze perde çeken, bize rengimizi unutturan. Yapmayacağımızı yaptıran, söylemeyeceğimizi söyleten, 'yanlış yerde' durmamıza neden olan... Biliriz, iktidar, Frodo Baggins'in taşıdığı 'güç yüzüğü'dür. Herkes onu parmağına geçirmek ya da parmağında o yüzüğü taşıyanın yakınında olmak ister. Onun, Frodo'nun, taa Mordor ülkesine kadar binbir güçlükle taşıyıp Hüküm Dağı'ndaki yanardağa atacağı ana kadar hepimizin gözünü kamaştıracak, aklımızı çelecek 'güç', o iktidar yüzüğündedir. Bir yandan da biliriz ki, 'iktidar bozar...' Ama gözümüzü de alamayız 'yüzükten' ya da yüzüğü taşıyandan.

Sahi, aklımız ve kalbimiz daima oldukları yerdeyken, bizim ufacık tefecik bir kaç hobbite mi ihtiyacımız var iktidar arzusundan kurtulmak için?

* * *

İş bitti fırladık Bertan'la. Arabada konuşuyoruz; "Bunlar statı yıkmayı kafalarına koydu. Bir kaç fotoğraf çektirelim ileride hatırlamak için..." Ben daha da ileri gidiyor, "Onlar yıkmadan bir iki hatıra çıkaralım. İki koltuk götürelim, korner bayrağını sökelim, kalenin filesini alalım" diyorum.

Nişantaşı'na park edip arabayı ilk marketten biraları kapıyoruz. Hızlı adımlarla Reasürans Çarşısı'nın içinden elimizde biralarla geçerken şaşkın ifadeler, küçümser bakışlar hissediyoruz üzerimizde. Biz de savunmaya geçiyor, 'çalışmadan kazanmak', 'bol keseden harcamak' üzerine konuşuyoruz kendi aramızda. Ne onlar bizi duyuyor ne de biz bakışlardan artık rahatsızlık hissediyoruz. Onları yiyecek ve içecekleriyle başbaşa bırakıp yürüyüp gidiyoruz..

Maça az kalmış... Maçka Parkı'nın kenarından lunaparpka doğru hızla inerken arkamızdan bir ses, "Cem Bey, alır mıyız maçı?" diye soruyor. Biri formalı, Bertan yaşlarında -30'ların başı- iki genç gülümseyerek bakıyorlar. "Bunu da alalım artık" diyorum gülümseyerek ve aynı hızda kaptırıyoruz yokuş aşağı.

İçeri girip eş dostla selamlaştıktan sonra uygun bir yere ilişiyoruz.

Diğer maçların başlamasını beklediği için hakem, düdüğü çalmak için kenardan gelecek haberi bekliyor. Biz de onu..

Herkes güzel bir şey beklerken, bir sürpriz oluyor..

Önce nereden geldiği belli olmayan az katılımlı bir melodi duyuyorum. Derinlerden geliyor ses, eskilerden. Sezonun ilk yarısının başlarından... "Yeeeeetttteeerr Yıldırım Demirören yeeeeetteeeerrr.." Sesin büyüyüp kabarması iki saniye sürmüyor. Büyük koronun katılımıyla ortaya bir 'Carmina Burana' coşkusu çıkıyor. Öfke, sevinç, inat, başkaldırı, birarada olma, dayanışma, itiraz etme, ait olma... İnsana dair, futbola dair aklınıza ne gelirse o dört kelimenin içine yığılmış sanki.

Maç başlıyor... İlk iki dakikada gelen iki gol, onuncu dakikada dörde kadar çıkıyor. Herkesin yüzünde alaycı bir gülümseme. Kimse inanmıyor gördüklerine, herkeste bir şüphe, tuhaf bir tedirginlik.

Ben de düşünüyorum, "Ya yine 10-0 olursa?" diye. Karar veriyorum ve deklare ediyorum yanımdakilere "5-0 olursa çıkıp giderim.." Kulağımda çınlıyor "92-93 sezonunda iki takım şampiyonluk" yolunda şarkısı. Sahi İlhan İrem'in miydi o şarkı?

"Daha önceleri nerelerdeydiniz?" diyenler, "Abi ayıptır ya" diyenler, "Ulan Sivas'ı da mı böyle geçecektik?" diyenler...

Yine de gol güzel... Her gole seviniyoruz hep birlikte uzun uzun. Sarılmalar, kutlamalar, 'çak'lar...

Ama bir tatsızlık var İnönü'de, her halinden belli oluyor. Gollerden sonra "Beşiktaşımızın golüüüüüü ... numaralı formasıylaaaaa" diye başlayıp futbolcunun soyadını üç kez bağırıp taraftara aynı futbolcunun adını bağırtan 'modern zaman cazgırı' bile keyifsiz. Bir kez söyleyip futbolcunun soyadını, kapatıyor konuyu.

* * *

"Yönetim istifa"lar, "Yeeettteeerr Yıldırım Demirören yeeettteeeerrr"ler gırıla giderken ortam birden geriliyor. Göbekte demirde duran ve bize uzaktan Alen çağrışımı yapan tıknaz bir arkadaş, daha yakınında duran protestoculardan birini işaret ediyor yanındakine. O da arkadaşının omzuna vuruyor, "Bak seni çağırıyorlar, hadi bakalım" gibisinden. Göbekteki arkadaş, hepimizin yakından tanıdığı o ünlü "Sen görürsün" anlamına gelen parmak sallama işaretini yapıyor. Artık tehditi güçlendirmek için dilini dişlerinin arasına sıkıştırıyor mu, sıkıştırmıyor mu, onu göremiyoruz, çünkü epey uzağız.. Bu 'çıkış', muhalif kalabalığın iştahını kesiyor. O andan sonra yönetime yönelik protestolar bıçak gibi kesiliyor. Ama havadaki elektriği görmek için bir voltmetreye ihtiyaç olmadığı da gün gibi açık.

Devre bittiğinde yedek kulübesindekiler tünele doğru yöneliyor. Bu kez protestoların hedefi menajer Sinan Engin. Görebildiğim yüz ifadesinden ve vücut dilinden onun da ziyadesiyle gergin olduğu izlenimi doğuyor bende.

İkinci devre protestocu kalabalık güç toplamış olarak dönüyor geri. Hemen devrenin başında bu kez devre sonuna kadar sürecek protesto korosu yine Carmina Burana hattına giriyor. Öyle ki, geleneksel olarak göbekte başlayan tezahüratlara uyma ilkesi de işlemez oluyor. Bir iki ortak tezahürat yapılıyor gerçi "Gün doğdu hep uyandık..." gibi klasiklerden, ama daha çok duyduğum tezahüratlar "Yeeteeerrr"le başlayıp "al gittt"le devam ediyor.

* * *

Kimsenin aklı yatmıyor bu 'üçlü averaj' meselesine. Herkes soruyordu, "Nasıl oluyor bu iş?" diye. Anlattık dilimizin döndüğünce. Mesele Fenerbahçe'deydi.. Bizi Sivas'a göre 'daha makul' yenmişti Fener ve böylece Ertuğrul Sağlam'ın "Tutturacağız tutturacağız" diye diye sezonun sonunu getirdiği bir minibüs hedeften nihayet biri tutmuş oluyordu. Bu büyük hedefe Beşiktaş'ı ulaştıran Ertuğrul Sağlam'ın, Fatih Terim sonrası milli takım hocası olmasına şaşıracak bir futbol bilgini var mı aramızda? Şahsen ben buna cesaret edemem.

UEFA hedefi gibi 'dev bir hedef'e ulaşmanın verdiği gönül rahatlığı içindeyim(!) Söz vermiştim 5'inci golde çıkacaktım ama o gol de bir türlü gelmeyince ben de kaldım İnönü'de. Hatta arada, bir de Manisa golü gördüm. Beşinci gol son dakikalarda gelince çıkmayıp bekledim, "Bakalım bir şey olacak mı?" diye. Olmadı. Miadını doldurduğu için yere atılmış kombinelerden bir kaçına basa basa çıktım stattan. Belki bir sonraki sezon bu statı göremeyeceğimi düşünüp dönüp geri baktım çıkışta.

Nişantaşı'na doğru yürürken düşünüyordum... "Beşiktaş tribünü bu yıl ikinci kez 'kırılıyor' orta yerinden. İlkinde açılan pankartlardı 'kırığın' nedeni. İkincisinde, bir zamanlar o protesto pankartlarının ardında duranların tribündeki büyük huzursuzluğa katılmamış olmalarında yaşandı" diyordum içimden. Bir genç sokuldu G Mall'un yakınlarında yanıma. Tepeye kadar dertleştik "Ne olacak bu işin sonu?" diye. Ayrılırken ortak kararımız şuydu; su akar yatağını bulur...

* * *

Bazı günler karışır kafamız. İktidar yüzüğünü Mordor'un tepesindeki Hüküm Dağı'nın alevlerine atıp eritmek için bir kaç hobittin cesur yolculuğuna ihtiyacımız olmadığı gün, karışan kafamız, aklımızın ve kalbimizin rehberliğinde doğru yolu da bulacaktır...


http://schwarzadler.blogspot.com/

2008-2009 TSL Şampiyonu Beşiktaş

eagleizma1903

ya cem abi ne guzel yazmissin ya yuregine saglik iyi ki varsin....

Cem Goren

çok güzel bi yazı bizde o kombine atanlardandık
altın kapılarımız kan oldu tayfun