Ana Menü

Tarih'ten İbretli Kıssalar (sizde ekleyin)

Başlatan Simurg, Şubat 07, 2008, 12:34:27

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Simurg

sizde ekleyin kıssalar için bir topic olsun

NİZAMÜLMÜLK'ÜN SUFİLERE MUHABBETİ

  Nizamülmülk Hasan b. Ali (Ö. 485/1092), Büyük Selçuklu Devleti sultanlarından Alparslan'ın ve oğlu Melikşah'ın vezirliğini yapmış büyük bir devlet adamıdır. Meşhur Nizamiye Medreseleri'nin de kurucusudur. Vezirliği tam yirmidokuz yıl sürdü.

  Nizamülmülk namazları vaktinde kılmaya çok dikkat ederdi. Ezan okunduktan sonra hiçbir şey onu namaz kılmaktan alıkoyamazdı. Pazartesi ve parşembe oruçlarını da devamlı tutardı. Vakıfları ve bolca hayır-hasenatı vardı.

  Sufilere büyük saygı gösterirdi. Bunu kınayanlara da şöyle demişti: "Bir ara hükümdarlardan birine hizmet ederken, adamın biri gelip bana şöyle dedi: 'Yarın kendisini köpeklerin yiyeceği birine daha ne kadar hizmet edeceksin? Sana faydalı olacak kimselere hizmet et; köpeklerin yiyeceği kimseye değil!'

  Adamın söylediklerini anlamamıştım. Ancak kendisine hizmet ettiğim hükümdar, o akşam içki içmiş ve sarhoş olmuştu. O haliyle gece vakti dışarı çıktı. Bahçede yabancılara saldıran köpekleri vardı. Kokusunu farklı bulmuş olacaklar ki, o gece onu da parçaladılar. Sabah olup manzarayı görünce, adamın o sözü aklıma geldi ve irkildim. İşte, beni uyaran bu şeyh gibisini arıyorum."

  Nizamülmülk'ün son günlerinde bir meseleden dolayı Sultan Melikşah'la arası açılmıştı. Melikşah da bu kıymetli vezirini harcamak için teşebbüse geçmişti. Nizamülmülk bu gerginlik üzerine şu sözleri sarfetmişti: "Sultanın tacının varlığı bu divite bağlıdır. Bu divitin (kalem ve hokkanın) kapağını kapatırsam, onun hükümdarlığı da yok olur!"

  Nizâmülmülk, Nihavend'de bir Ramazan akşamı Batınî fırkası na mensup bir fedai tarafından hançerlenerek şehit edilmiştir.

  Vefatından sonra birisi Nizâmülmülk'ü rüyada görüyor ve halini soruyor. Aldığı cevap şu: "Başıma demir hançerle gelen bu ölüm olmasaydı (şehit edilmeseydim), bütün yaptıklarımdan sorguya çekilirdim." .

  İbnü'l-Esîr: El-Kâmil fi't-Tarih; İbn-i Kesir: el-Bidâye ve'n-Nihâye.



EBU YUSUF'UN TATLISI

  İmam Ebu Hanife'nin en büyük talebelerinden olan Ebu Yusuf Yakub b. İbrahim (Ö. 182/798), Abbasiler devrinde Kadı'l-Kudat'lık (baş hakimlik) vazifesinde bulunmuş, zamanın müctehidi ve büyük fıkıh bilginidir.

  Kendisi şöyle bir halini anlatır:

  "Babam vefat ettiğinde küçük bir çocuktum. Annem beni bir elbise temizleyicisinin yanına teslim etti. Fakat ben oradan kaçarak Ebu Hanife'nin derslerine katılıyordum. Annem beni takip ediyor, beni orada yakaladığında elimden tutup tekrar ustamın yanına götürüyordu. Sonra ben bu işte anneme muhalefet ederek, Ebu Hanife'nin yanına gittim. Nihayet annem gelip Ebu Hanife'ye şöyle dedi:

  - Bu çocuk öksüzdür, hiçbir varlığı yoktur. Sadece ip örerek kazandığım parayla bir şeyler alıp ona yedirebiliyorum. Ama sen onun bana olan terbiyesini bozdun.

  - Anlamıyor musun ey kadın? Bu çocuk ilim öğreniyor. İleride öyle bir zaman gelecek ki, firuze tabaklarda fıstık yağıyla yapılmış paluze (bir çeşit tatlı) yiyecek!

  Nihayet kadılığım sırasında, Harun Reşid'in yanında olduğum bir gün, bana firuze tabakta paluze tatlısı getirildi. Halife Harun Reşid dedi ki:

  - Bu tatlıdan ye. Çünkü bu her zaman bizde yapılmaz.

  - Bu nedir ey mü'minlerin emiri?

  - Bu, paluzedir.

  Ben gülümsedim. O bana sordu:

  - Niçin gülümsüyorsun?

  - Bir şey yok. Allah size uzun ömürler versin.

  - Hayır, mutlaka bana sebebini söylemelisin.

  Ben de Ebu Hanife'nin bir zamanlar anneme söylediği sözleri halifeye anlattım. Harun Reşid bana dedi ki:

  - İlim, kişiyi dünya ve ahirette yüceltir. Allah Ebu Hanife'ye rahmet eylesin. O, baş gözüyle görülmeyeni akıl gözüyle görürdü."

  el-Bidaye ve'n-Nihaye; Hatib el-Bağdadî: Tarihu Bağdad; İbn-i Halikan: Vefeyatü'l-Ayan.


GAZNELİ MAHMUT'UN YEMİNİ
  Gazneli Sebüktekin oğlu Sultan Mahmud (Ö. 421/1030), Gazneliler Devleti'nin cesur ve adil hükükmdarı olarak tarihe geçmiştir.

  Adamın biri, gelip ona bir derdinden şikayette bulunmuştu. Konu şuydu:

  Sultan Mahmud'un yeğeni, sık sık adamın evine saldırıyor, kendisini evden kovup adamın karısıyla başbaşa kalıyordu. Yetkililer ise zavallı adamın şikayetini sultana ulaştırmaya cesaret edemiyorlardı.

  Gazneli Mahmud bu haberi duyunca çok öfkelendi. Bir daha yeğeni eve gelirse koşarak kendisine haber vermesini, fakat huzuruna çıkmasını engelleyen yetkililere bu durumu anlatmamasını adama tenbih etti. Ayrıca geceleyin de gelse, bu adamın kendisiyle görüşmesine engel olmamaları için kapıcılarına talimat verdi.

  Adam da sultana dualar ederek sevinç ve ümitle saraydan ayrıldı. Aradan iki gece geçmeden, sultanın genç yeğeni yine adamın evine girdi ve onu evinden kovdu. Karısıyla tekrar başbaşa kaldı. Adam ağlayarak saraya geldi. Gecenin geç bir vaktiydi ve Sultan Mahmud uykudaydı. Uyandırıp adamı kendisiyle görüştürdüler.

  Sultan, adamı yanına alarak ikisi birlikte eve gittiler. İçeri girince, yeğeninin adamın karısıyla aynı yatakta olduğunu gördü. Yatağın yanında bir mum yanıyordu. Sultan önce mumu söndürdü, peşinden de kendine hakim olamayıp yeğenini öldürüverdi. Sonra adamdan su istedi ve getirilen suyu içti. Adam merakla sordu:

  - Allah aşkına söyler misin? Önce mumu neden söndürdün?

  - Yeğenimin yüzünü görüp, kan bağımın bana galip gelmesini istemedim.

  - Peki neden acele su getirmemi istedin?

  - Senin derdini helletmeden yememeye ve içmemeye yemin etmiştim. Durumu bana anlattığından beri de susuzdum...

  Adam dua etti, sultan saraya döndü, hadise de böylece kapanıp gitti.

  el-Bidaye ve'n-Nihaye.



  İYAS'IN ZEKASI


  İyas İbn-i Muaviye (Ö. 122/740), Tabiûn (sahabeden sonraki nesil) alimlerinden, zekâsı ve nükteleriyle dillere destan olmuş, dahî bir şahıstır. Emevîler döneminde Basra kadılığı yapmıştır.

  Günün birinde iki kişi İyas'ın huzuruna gidip davalaşırlar. Davacı şahıs, yanındaki adamda emanet parası bulunduğunu iddia etmektedir. Fakat adam bunu inkâr eder, şahit de yoktur. Kadı İyas emanet sahibine der ki:

  - Sen emanet parayı bu adama nerede teslim etmiştin?

  - Bahçedeki bir ağacın yanında.

  - Şimdi oraya gidip, o ağacın bir yaprağını getirebilir misin?

  - Elbette getirebilirim.

  Davacı adam ağacın yaprağını getirmek için dışarı giderken, davalı kişi de mahkeme salonunda oturup beklemeye başlar. İyas ise diğer kişilerin mahkeme davasıyla meşgul olurken, bir taraftan da bir kenarda bekleyen adamı süzmektedir.

  Biraz sonra adamı yanına çağırarak sorar:

  - Davacı arkadaşın şimdiye kadar o ağacın yanına ulaşmıştır değil mi?

  - Hayır efendim, henüz oraya ulaşamamıştır.

  Kadı İyas yerinden fırlar:

  - İşte yakalandın ey hak ve hakikat düşmanı! Haydi adamın hakkını öde bakalım. Yoksa seni aleme ibret için cezalandırırım.

  Biraz sonra davacı adam elinde ağaç yaprağıyla çıkıp gelir. Davalı da kendi ikrarıyla emanet parasının tümünü ona öder.

  Böylece Kadı İyas, keskin zekâsıyla davayı kolayca halletmişti.

  İyas dermiş ki: "Ben insanlarla konuşurken aklımın yarısını, iki kişinin davasını görürken de aklımın tümünü kullanırım."

  İyas'ın şu sözü de meşhur: "Kendi kusurunu bilmeyen kişi ahmaktır." Onun kusurunun ne olduğu sorulunca da verdiği cevap şu: "Çok konuşkanım!"

  el-Bidâye ve'n-Nihâye; İbn-i Asakir: Tarihu Medineti Dimaşk; Yusuf el-Mizzî: Tehzibu'l-Kemâl.


Timur'un Zaferi


    Hükümdarlığı boyunca zaferden zafere koşan ve hiç yenilmeyen müslüman Türk hakanı Timur-lenk (ö.1405), aslında zalim ve acımasız denilebilecek bir mizaca sahipti. Fakat kendine mahsus güzel meziyetleri de vardı. Timur, astronomi ve fıkıh alimlerine çok hürmet gösterir, onların sohbetlerini ve nasihatlarını severek dinlerdi. Özellikle tasavvuf ehli meşayih ve dervişleri, medrese talebelerini iyi himaye eder, dualarını almaya çalışırdı.

    Timur'un bir Hindistan seferinde, yanındaki kâhinler ve müneccimler, bu sefer için yıldızların durumunun müsait olmadığını ileri sürdüler. Timur ise, ne sevinç ve keder, ne saadet ve felaket, hiçbirinin yıldızların hükmüne tabi olmadığı, ancak semavi cisimlerin ve insanların yaratıcısı olan Allah'ın takdirine bağlı bulunduğunu, yıldızların vaziyetine ve burçların durumuna asla önem vermeyip, lazım gelen tedbirleri hakkıyla ikmal ittikten sonra düşündüklerini yapmada bir an gecikmeyeceğini söyledi.

    Onların gaipten verdikleri haberleri hiç ciddiye almayarak fikirlerini reddettikten sonra, tefe'ül (hayır falı) için Kur'an-ı Kerim'i açtı. Zafer vaadeden bir ayet-i kerimeye tesadüf eyledi. Gerçekten olaylar da o istikamette zuhur etti. Hint ordusu tamamen hezimete uğradı. Timur tam bir zaferle Hindistan'ın mezkezi Delhi'ye girdi.

    Timur, işlerinde son derece azimli ve kararlı idi. Rivayete göre ordusuyla bir sefer sırasında istirahat için hazırlanmış odasında uzanmıştı. Gördü ki, bir karınca bir buğday tanesini yüklenmiş götürmektedir. Yolunda bir tümseğe rastlayıp yuvarlanır. Timur, bunu dikkatle gözlemeye koyulur. Karıncanın yuvarlanışını yüzonsekize kadar sayar. Sabırlı hayvancık yüzondokuzuncu tırmanışta buğday tanesini öbür tarafa aşırmaya muvaffak olur. Timur bundan sabır ve sebat için gerekli hisseyi alır. Sonraları, zaman zaman bu hadiseyi anlatarak karıncadan ibret aldığını söylermiş.

    Timur Aksaray'ı kuşattığı sırada, Yıldırım Beyazıt'ın büyük bir orduyla Ankara'ya yaklaştığını haber alır. Telaşa kapılan Timur, o gece namaz kıldıktan sonra boyun büküp Allah'a dua eder: "Ya İlâhi! şimdiye kadar kazandığım bütün zaferler senin yardımınla olmuştur. Yoksa benim gibi bir acizin elinden ne gelir? Şimdi de senin lütfundan o zafer ve yardımını dilerim"der. Zafer de Timur'a nasip olur.


    Hammer , Büyük Osmanlı Tarihi, 1/311, 335, 650; Nizamüddin Sami ( terc .) Necati Lugal : Zafername (Ankara, 1987), s, 303



    Timur'un Harabeleri

    Zulüm ve tahribatıyla tanınmış olan Tatar Türk hükümdarı Timur Han, "ben diğer hükümdarlar gibi yaptıklarıyla değil, yeryüzünde yıkıp bıraktığım harebelerle kıyamete kadar anılmak isterim" diyen bir adamdı. Kendi memleketi Semerkand dışında, işgal ettiği bütün şehirlerde cami ve medreseler hariç, ne kadar kıymetli ve tarihi eser varsa tamamen yıkıp harabeye çevirmiş, dünyada hatıra olarak fazlasıyla Timur harabeleri bırakmıştır. Fakat kurduğu imparatorluk da ölümünden sonra dağılmıştır.

    Osmanlı idaresindeki müstahkem Sivas şehri, Ağustos 1400'de Timur tarafından kuşatıldı. Kale'nin batı cephesinde, temellerin altından geniş lağımlar kazıldı. Boşalan toprak zemin yerine, kale duvarları ağaç direkler ve tahtalar üzerinde askıya alındı. Peşinden ağaçlar ateşe verilince koca surlar parça parça çöküp yere iniverdi. Onsekiz gün sonra Malkoçoğlu Mustafa Bey başkanlığındaki Sivas, Timur'a teslim oldu. Ahalinin çoğu Ermeni olan Sivas'ta, müslümanlara pek ilişilmedi. Dörtbin Ermeni savaşcısı ise, ba ş ve ayaklarından bağlanarak diri diri çukura atıldı. Üstlerine tahtalar kapatılıp, sonra toprak örtüldü. Yıldırım Beyazıt'ın oğlu Ertuğrul'un da içlerinde bulunduğu esirlerin çoğu, fark gözetilmeden vahşice katledildi. Sonra Sivas kalesi büsbütün yıkılıp yerle bir edildi.

    Sivas'tan sonra, Timur Suriye'yi zaptetti. Şam'a girerek şehri yakıp yıktı. Hz. Hüseyin'i Kerbela'da şehit ettiren Yezid'in kabrini açtırdı. Kemiklerini çıkarıp yaktırdı ve kabri pislikle doldurdu (1401).

    Ankara Çubuk savaşında (Temmuz 1402), üstün ordusuyla Osmanlı ordusunu yenerek Yıldırım'ı esir alan Timur, Bursa ve Kütahya başta olmak üzere Anadolu'nun birçok şehrini yağma ve tahrip etti. Sonra İzmir'i kuşatarak, onbeş günde orayı Rodos Şövalyeleri'nden aldı (Aralık-1402). Kesilen başlardan ve arada eklenen taşlardan bir piramit inşa ettirdi.

    Esir Beyazıt Han, Mart 1403'te kırküç yaşında öldü. Anadolu'da sekiz ay kaldıktan sonra Osmanlı'yı dağıtıp Semerkand'a dönen Timur ise, ordusuyla Çin fethine giderken yolda sıtmaya tutuldu. Yaptığı bazı iyilikler yanında nice zulüm ve harabeleri de geride bırakarak, yetmiş yaşlarında terk-i dünya eyledi (Şubat 1405).


    Solakzade Tarihi, 1/93, 108-109; Hammer , 1/343-44, 352, 361, 365, 382; Zafername, s. 262; Cihannüma, 1/347, 357; Tacu't-Tevarih , 1/292-296.


Rüşvet Mahkumları


   Osmanoğulları prensip olarak gayri meşru işler yapmazlardı. Alimlerin "yasaktır" dediğinden sakınırlardı. Osman Gazi, Orhan Gazi ve Sultan Murat zamanındaki alimler de kötü ve bozuk hallerden uzak idiler. Fakat Yıldırım Beyazıt'ın vezir-i azamı Ali Paşa, içkiye, eğlenceye dalmış bir fasık idi. Onun yürüttüğü devlet işleri aksamaya başlamıştı . Padişah da Sırp kızı olan karısının ve Ali Paşa'nın tesiriyle bir süre sefahat aleminde yer almıştı. Sonunda bey paşaya, küçük büyüğe uyup, halk arasında zulüm ve haksızlık yayılmaya başladı. Kadılar da rüşvet derdine düştü , iş baştan aştı.

   Beyazıt Han, gelen şikayetler üzerine kadıları teftiş ettirince, rüşvet suçları ortaya çıktı. Suçlu görülen seksen kadıyı Yenişehir'de ahşap bir eve doldurup yakmaya karar verdi. Fesatbaşı Ali Paşa, bu karar karşısında dehşet ve çaresizlik içinde kaldı. Kadıları kurtarmak için bir plân düşündü. Padişahın bir nedimi (sohbet arkadaşı) vardı. Ona çokça para teklif ederek, kadıların kurtarılması için bir çare bulmasını istedi. Aslı Arap olan nedim de Beyazıt Han'ın huzuruna çıkıp, Bursa'dan İstanbul'a gitmek için izin istedi. Sebebi sorulunca, yüz kadar hıristiyan keşiş (papaz) getirip yakılacak kadıların yerine konulması fikrinde olduğunu söyledi ve ekledi:

   - Bu kadılar cahil keşişler alimdir. Sen kadıları kırıp Kur'an ahkâmını giderirsin, bu papazlar da bari incil hükümlerini uygulasınlar!

   Sultan Beyazıt bu sözdeki espriyi (af isteğini) sezmişti. Ali Paşa'yı çağırıp sordu:

   - Bu kadılar aslında alim oldukları halde, niçin ilmiyle amel etmeyip rüşvet alıyorlardı?

   Ali Paşa ise kadıların tayin edilmiş yeterli maaşları olmadığından, kerhen bu duruma düştüklerini açıkladı. Bunun üzerine idamlık kadılar, bir süre hapis cezasından sonra serbest bırakıldı. Onlar için uygun bir ücret tahsis edildi. Bu uygulama asırlarca sürdü.

   Yıldırım Beyazıt'ın yaptırdığı Ulu Cami'yi gezen Emir Sultan Hazretleri:

   - Cami güzel de meyhanesi eksik, der. Yıldırım buna şaşırınca şu karşılığı alır:

   "Allah yapısı insan vücudu içki ile meyhane yapılırsa, kul yapısı taş bina da meyhane olamaz mı?"

   Bunun üzerine padişah tövbekâr olur ve bir süredir içini karartan içki günahından kurtulur.

  

   Cihannüma, 1/337-39; Tacü't - Tevarih , 1/212-14/223; Solakzade Tarihi, 1/79-82, 86.

BEŞİKTAŞK



Kahrolsun uyuyunca geçmeyen bazı şeyler..

Simurg

HÜKÜMDAR İHTİYATI


   Gazneli Sultan Mahmud adaletli olduğu kadar, aceleye kapılmadan ihtiyatlı ve isabetli karar veren bir hükümdardı.

   Anlatıldığına göre, Herat şehrinde o ülkenin meşhurlarından bir bilgin ve onun güzel bir sarayı vardı. Sultan Mahmud'un Herat'a yaptığı gezilerden birinde, Sultan'ın yakın adamlarından Abdurrahman Hâk, o yaşlı bilginin sarayında konakladı. Sonra bir gün Sultan'a şunları söyledi:

   - Konakladığım saray bir ihtiyarın mülküdür. Bu şahıs insanlara kendisini bir bilgin olarak tanıtmış. Fakat sarayda bir halvethane (yalnız başına ibadet yeri) var. İhtiyar gece oraya gidiyor ve sabaha kadar dışarı çıkmıyor. Orada ne yaptığını sordum. Bütün gece namaz kıldığını söylediler. Bir gece ansızın o halvethaneye gittim. Bir de baktım ki, adam bir şarap testisini ve putu önüne koymuş, putun önüne diz çökmüş! O putu ve şarap testisini aldım ve bir karar vermesi için size getirdim.

   Sultan Mahmud, bu sözlerden ızdırap duydu ve dedi ki:

   - O ihtiyarı getirin. Bu işin aslı nedir, inceden inceye araştıralım. Fakat sen önce elini başıma koy, doğru söylediğine benim canım ve başım üzerine yemin et! Sonra da gereken neyse yapalım.

   Abdurrahman Hâk, Sultan'ın bu tavrı üzerine söylediklerinden utandı ve:

   - Senin canın ve başın hakkı için, ben yalan söylemiştim, dedi. Sultan sordu:

   - Peki yiğit adam, neden böyle yaptın?

   - Sultanım, o adamın güzel bir sarayı vardı, ben orada konakladım. Eğer böyle söylersem, Sultan'ın din hususunda hamiyyet ve hassasiyeti vardır, derhal adamın öldürülmesini emreder ve sarayını da bana bağışlar, diye düşünmüştüm...

   Sultan Mahmud, sabretme gücü verdiği ve aceleden meydana gelebilecek dertlerden koruduğu için Allah'a şükürler etti. Bir daha da Abdurrahman Hâk'a itibar etmedi.

   Sultan Mahmud halkına çok iyi davranır, onlara ihsan ve şefkatle muamele ederdi. Adam öldürtmekten çekinmiş, esir aldığı hükümdarları da hapsetmekle yetinmiştir.



   Erdoğan Merçil : Gazneli Mahmud (Ankara, 1987), s.79-80; Gazneliler Devleti, s.50


SULTAN ADALETİ


   Günün birinde bir tüccar, Gazneli Sultan Mahmud'un yanına geldi; Sultanın oğlu Mes'ud'dan şikayet ederek yakındı:

   - Efendimiz, ben bir tüccarım. Bir müddettir burada kaldım. Kendi memleketime dönmek istediğim halde dönemiyorum. Çünkü senin oğlun Mes'ud , benden altmışbin dinarlık eşya ve kumaş satın aldı, parasını vermiyor. Emir (komutan) Mes'ud'u benimle birlikte kadıya (mahkemeye) göndermenizi istiyorum, dedi.

   Sultan Mahmud kızdı, üzüldü. Oğlu Mes'ud'a şöyle haber gönderdi:

   "Tüccarın hakkını derhal göndermeni istiyorum. Eğer bir sebep göstereceksen çabuk kalk, kendisiyle birlikte mahkemede hazır ol ki, şeriat ne gerektiriyorsa yerine getirsinler!"

   Tüccar mahkeme binasına gitti. Elçi de Mes'ud'un yanına gelerek, babasının mesajını iletti.

   Mes'ud telaşlandı. Hazinedarına, hazinede ne kadar nakit altın toplandığına bakmasını söyledi. Hazinedar gidip baktı, yirmibin dinardan fazla para olmadığını bildirdi. Mes'ud şöyle dedi:

   - O parayı alıp tüccara götürün. Geri kalan kırkbin dinar için üç gün süre isteyin ki ödeyeyim. Ey elçi, sen de Sultan'a arzet ki, yirmibin dinarı nakit olarak bu saat ödedim. Sultan ne emreder diye hazır bekliyorum...

   Elçi gidip geldi; Sultan'dan gelen şu emri tebliğ etti:

   - Ya yargılanmaya hazır ol, ya da geri kalan kırkbin dinarı tüccara hemen teslim et! Şunu iyi bil ki, bu parayı tastamam tüccara ödemediğin ve onun ağzından " Mes'ud hakkımı bana ödedi" sözünü işitmediğin sürece, yüzümü bir daha göremezsin!

   Bu durumda Mes'ud'un söyleyecek bir sözü kalmadı. Her tarafa adamlar gönderdi ve herkesten borç istedi. İkindi namazı vakti olduğu zaman, altmışbin dinarı tüccara ulaştırmıştı.

   Emir Mes'ud ve tüccar, bilgi ve teşekkür için Sultan'ın huzuruna çıktılar. Ancak o zaman Sultan Mahmud, oğlu Mes'ud'dan razı oldu.

   Bu haber dünyaya yayılınca, tüccarlar Çin'den Mısır'a kadar her yerden Gazne'ye geldiler; bütün kıymetli şeyleri oraya getirmeye başladılar.

   
   Nizamül -Mülk: Siyasetname , s.156-57; Gazneliler Devleti Tarihi, s.49


YAĞMUR ve KITLIK


   Afganistan'ın Helmend vadisi ile Herat arasında bulunan dağlık bölgeye, Gur veya Guristan denir.

   Sultan Sebüktegin, etki sahasını Gur'un doğusuna kadar uzatmış ve Gur hükümdarı Muhammed b. Surî ona tabi olmuştu. Sebüktegin'in ölümünden sonra, Gurlular Gaznelilere karşı düşmanca davranmaya başladı. Yol kesip kötülükler yaparak halkı rahatsız ediyorlardı.

   Sebüktegin'in oğlu Gazneli Sultan Mahmud (ö.421-1030), böyle küfür ve fesat bataklığına saplanmış bozgunculara komşu olmaktan nefret duyarak, ordusuyla Gurlulara karşı harekete geçti. Gur bölgesinin başkenti Âhengeran'da onbin kişilik düşman ordusuyla karşılaştı (401/1011).

   Savaş sırasında, Sultan Mahmud sahte bir geri çekilme hareketi yaparak, Gurluları dağlık bölgeden ovaya doğru çekti. Çünkü Gurlular, daha önceleri dağlık bölgelere sığınarak kendilerini saldırıdan kurtarıyorlardı. Neticede mağlup oldular. Başkanları İbn Surî de esir edildi. Fakat yüzüğünde gizlediği zehiri içerek intihar etti.

   Sultan Mahmud, Gur bölgesini İbn Surî'nin müslüman olan oğlu Ebu Ali'ye bıraktı. Ayrıca bölgede İslâm esaslarını uygulamaya koydu. Onlara İslâmiyet'i öğretmek için din görevlileri tayin ederek geri döndü.

   Daha sonra, Sultan Mahmud başka bir kefere taifesi üzerine yürüdüğü sırada, çetin bir çölle karşılaştı. Ordu neredeyse susuzluktan helâk olacaktı. Nihayet Allahu Tealâ'nın lütfuyla bol yağmur yağdı; çölde salimen ilerleyip zafere ulaşıldı.

   Gazneli Mahmud devrinin önemli olaylarından biri de, o yıllarda (401/1011) Horasan ve Nişabur bölgelerinde görülen büyük kıtlıktır. Çok ağır geçen bir kış mevsiminden sonra mahsul elde edilememiş, bu da kıtlığa sebep olmuştu. Bu kıtlıktan sadece Nişabur'da yüzbin kişi ölmüştü. Halk tarlalardaki otları yemiş, köpekler ve kediler tümüyle tüketilmişti.

   Sultan Mahmud'un emriyle ambarlardaki hububat muhtaçlara dağıtıldı. Bu sıkıntı ertesi yıla dek sürmüştü.


 
   Erdoğan Merçil : Gazneliler Devleti Tarihi (Ankara, 1989), s. 39-40; el-Kâmil Terc . 9/179



BEŞİKTAŞK



Kahrolsun uyuyunca geçmeyen bazı şeyler..

akbaba71

http://schwarzadler.blogspot.com/

2008-2009 TSL Şampiyonu Beşiktaş