Ana Menü

Ziya Gökalp

Başlatan Simurg, Aralık 24, 2007, 18:35:07

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Simurg

23 Mart 1876'da Diyarbakır'da doğdu. 25 Ekim 1924'te İstanbul'da yaşamını yitirdi. Asıl ismi Mehmet Ziya. Babası yerel bir gazetede çalışan memurdu. Eğitimine Diyarbakır'da başladı. Amcasından geleneksel İslam ilimlerini öğrendi. 18 yaşında intihara teşebbüs etti. Bir yıl sonra 1895'te İstanbul'a gitti. Baytar Mektebine kaydını yaptırdı. Buradaki öğretimi sırasında İbrahim Temo ve İshak Sukûti ile ilişki kurdu. Jön Türkler'den etkilendi. İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne katıldı. Muhalif eylemleri nedeniyle 1898'de tutuklandı. Bir yıl cezaevinde kaldı. Serbest bırakıldıktan sonra 1900'de Diyarbakır'a sürgüne gönderildi. 1908'e kadar Diyarbakır'da küçük memuriyetler yaptı. 2'nci Meşrutiyetten sonra İttihat ve Terakki'nin Diyarbakır şubesini kudu ve temsilcisi oldu. "Peyman" gazetesini çıkardı. 1909'da Selanik'te toplanan İttihat Terakki Kongresi'ne Diyarbakır delegesi olarak katıldı. Bir yıl sonra, örgütün Selanik'teki merkez yönetim kuruluna üye seçildi. 1910'da kurulmasında öncülük yaptığı İttihat Terakki İdadisi'nde sosyoloji dersleri verdi. Bir yandan da "Genç Kalemler" dergisini çıkardı. 1912'de Ergani Maden'den Meclis-i Mebusan'a seçildi, İstanbul'a taşındı. Türk Ocağı'nın kurucuları arasında yer aldı. Derneğin yayın organı "Türk Yurdu" başta olmak üzere Halka Doğru, İslam Mecmuası, Milli Tetebbular Mecmuası, İktisadiyat Mecmuası, İçtimaiyat Mecmuası, Yeni Mecmua'da yazılar yazdı. Bir yandan da Darülfünun-u Osmani'de (İstanbul Üniversitesi) sosyoloji dersleri verdi.

1. Dünya Savaşında Osmanlı'nın yenilmesinden sonra tüm görevlerinden alındı. 1919'da İngilizler tarafından Malta Adası'na sürgüne gönderildi. 2 yıllık sürgün döneminden sonra Diyarbakır'a gitti, Küçük Mecmua'yı çıkardı. 1923'te Maarif Vekaleti Telif ve Tercüme Heyeti Başkanlığı'na atandı, Ankara'ya gitti. Aynı yıl İkinci Dönem Türkiye Büyük Millet meclisi'ne Diyarbakır mebusu olarak girdi. 1924'te kısa süren bir hastalığın ardından İstanbul'da yaşamını yitirdi. Osmanlı Devleti'nin parçalanma sürecinde yeni bir ulusal kimlik arayışına girdi. Düşüncesinin temelinde, Türk toplumunun kendine özgü ahlaki ve kültürel değerleriyle, Batı'dan aldığı bazı değerleri kaynaştırarak bir senteze ulaşma çabası yatıyordu. "Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak" diye özetlediği bu yaklaşımın kültürel öğesi Türkçülük, ahlaki öğesi de İslamcılıktı. Uluslararası kültürün yapıcı öğesinin ulusal kültürler olduğunu savundu. Saray edebiyatının karşısına halk edebiyatını koydu. Batı'nın teknolojik ve bilimsel gelişmesini sağlayan pozitif bilim anlayışını benimsedi. Dini, toplumsal birliğin sağlanmasında yardımcı bir öğe olarak değerlendirdi. Toplumsal modeli, Emile Durkheim'in teorik temellerini kurduğu "dayanışmacılık" temelinde şekillendi. Bireyi temel alan liberalizm ile çatışmacı toplumu temel alan Marksizm'e karşı mesleki örgütleri temel toplum birimi olarak kabul eden solidarizmde karar kıldı. Toplumsal ve siyasi görüşlerini anlattığı sayısız makale yazdı. "Türkçülük" düşüncesini sistemleştirdi. Milli edebiyatın kurulması ve gelişmesinde önemli rol oynadı.



--------------------------------------------------------------------------------


ESERLERİ

Kızıl Elma (1914)
Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak (1918)
Yeni Hayat (1918)
Altın Işık (1923)
Türk Töresi (1923)
Doğru Yol (1923)
Türkçülüğün Esasları (1923)
Türk Medeniyet Tarihi (1926, ölümünden sonra)

BEŞİKTAŞK



Kahrolsun uyuyunca geçmeyen bazı şeyler..

levent1903

paylasim icin sagol-- bu isimi son  olarak cilgin türkler kitabinda okumustum, biraz arastirinca bana türkcülügün esaslari kitabini tavsiye ettiler,,,
Cok büyük bir Türk ve Yazar, kendisini unutmamak, eserlerini okumak gerekir bence --
hatirlattigin icin tesekkürler
Dost vurulunca değil unutulunca kahrından ölürmüş.
Biz dostlarımızı kır çiçekleri gibi avucumuzda değil, kurşun yarası gibi yüreğimizde saklarız.

Non Mollare Mai

Atatürk'ün '' FİKİRLERİMİN BABASI Ziya Gökalp'tir. '' demesi onun ne kadar büyük birisi olduğunu kanıtlamaya yeter..
edit

melankolizm

   
Ziya Gökalp'in Son Saatleri ve Atatürk'ün Yakın İlgisi
Dr. Mehmet Önder
ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ DERGİSİ, Sayı 9, Cilt III, Temmuz 1987   
   
Büyük Türkçü ve fikir adamı Ziya Gökalp, bir süredenberi hazırlamakta olduğu "Türk Medeniyeti Tarihi" adlı eserini tamamlamağa çalışıyordu. Yorgundu. Üstelik sekiz aydanberi, önce İstanbul-Nişantaşında, sonra doktorların tavsiyesi üzerine taşındığı Büyükada'daki bir evde tedavi görüyordu. Midesinden, böbrek ağrılarından şikâyet ediyor, ağrıları giderek artınca, konuşmakta güçlük çekiyordu. Doktoru Âkil Muhtar (Özden)'ın tavsiye ve ısrarı ile 14 Ekim 1924 günü Beyoğlu'ndaki Fransız Hastahanesine kaldırılmıştı. Hatıralarında Dr. Âkil Muhtar şöyle diyordu:1

(Eylül ayının sonlarında bir gün kendisine ateş geldi. Beni telgrafla çağırdılar. Muayenemde, iki bacağında büyük bir zafiyet meydana geldiğini gördüm. Asıl mühim nokta dimağındaki değişmelerin çoğalmasıydı. Pek güçlükle konuşabiliyordu. Hastahaneye gitmesini tavsiye ettim. Doktor Abravaya da aynı tavsiyede bulunmuştu. Lâkin kendisi de, eşi de kabul etmediler. 0 zaman Ziya Gökalp'ın her işine yalnız dostu Cafer Bey bakardı. Bir karyola buldu. Evinde tedavi ettik. On gün sonra bir iyilik görülür gibi oldu, ateşi düştü. Fakat yeniden fenalaştı. Mutlaka hastahaneye naklini tavsiye ettim. Hastalığın bu seyri bize, daha ziyade ansefalit (beyin iltihabı) olduğunu gösteriyordu. Bunun üzerine Gökalp'ı, Fransız Hastahanesine naklettik..).

14 Ekim 1924 Salı günü Fransız Hastahanesine kaldırılan Ziya Gökalp'a hemen bir konsültasyon yapılmış, kesin olarak ansefalit teşhisi konmuştu. Hastalığın tedavisi ve Gökalp'ın sağlığına kavuşması hemen hemen imkânsızdı. Hasta giderek ağırlaşıyordu. Ziya Gökalp'ın rahatsızlığından basın ancak 20 Ekim 1924 te haberdar olmuştu2. Cumhurbaşkanlığı Umumî Kâtibi (Genel Sekreteri) Tevfik (Bıyıklıoğlu), haberi, Cumhurreisi Gazi Mustafa Kemal Paşa (Atatürk)'ya duyurmuş, Atatürk büyük bir üzüntü içinde hemen Türk Ocakları Merkez Heyeti Reisi Hamdullah Suphi (Tanrıöver)i bulmasını emretmişti. Birkaç saat içinde Köşk'e gelen Hamdullah Suphi'ye Atatürk: (—Zİya Gökalp'in rahatsızlığını şimdi öğrendim. Çok müteessirim. Bir an önce sağlığına kavuşması için ne lâzım geliyorsa yapılsın. Gerekiyorsa tedavisi için Avrupaya gönderelim. Masraflarını bizzat ben karşılayacağım. Lütfen geçmiş olsun dileklerimi kendisine ulaştırınız. Ben de ayrıca telgraf göndereceğim) demiştir. Hamdullah Suphi hemen o gün saat 15 te Ziya Gökalp'a şu telgrafı çekmiştir. 3

Ankara: 21.10.1340 (1924) Sa: 15

İstanbul'da Fransız Hastahanesinde Ziya Gökalp Beyefendiye

Reisicumhur Hazretleri rahatsızlığınıza geç muttali olmaktan mütevellid teessürlerini size ifade etmemi bana emrettiler. Süratle iade-i afiyet bulmanız için her ne mümkünse yapılmasının temini hususunda şahsen izam-ı alâkayı gösterdiler. Bu vesile ile hemen Türk Milleti için o kadar aziz bir kıymeti olan sıhhatiniz hususunda en halisane temenniyatını tekrar ediyorlar efendim.

Türk Ocakları Merkez Heyeti
Reisi
Hamdullah Suphi

Hamdullah Suphi'nin telgrafı Ziya Gökalp'a ulaştıktan birkaç saat sonra,Atatürk'ün telgrafı da gelmişti. Aslı, bugün Cumhurbaşkanlığı Köşkü Atatürk Arşivinde bulunan telgraf şöyledir:4

Ankara: 21.10.1340 (1924) Sa: 17

İstanbul-Beyoğlunda Fransız Hastahanesinde Türk Mütefekkir-i Muhteremi Gökalp Beyefendiye

Rahatsızlığınızdan çok teessürle haberdar oldum. Sıhhat ve afiyetiniz haberine memleketçe intizar olunmaktadır. Süratle iade-i afiyetiniz için Avrupa'da tedavinize ihtiyaç varsa icabeden herşeyin tahsisini tekeffül ediyorum. Sıhhatiniz ve tedaviniz hakkında iş'arınızı bekler, en muhabbetkâr selâmlarımı beyan ederim efendim.

Reisicumhur
Gazi Mustafa Kemal

Fransız Hastahanesinin ikinci katındaki 38 numaralı odada yatan Ziya Gökalp hafifçe yatağından doğrularak yastığa dayanmıştır. Başında eşi Vecihe Hanım, kardeşi Yarbay Nihat (Gökalp), Ziya Gökalp'ın yakın dostu olan Müderris (profesör) Halim Sabit ve Doktor M. Zekeriya Bey'ler var. Atatürk'ün telgrafını Gökalp'a Halim Sabit tane tane ve yüksek sesle okumuştu. Ziya Gökalp'ın gözlerine bir canlılık, yüzüne memnun olduğunu gösteren tatlı bir tebessüm gelmişti. Halim Sabit telgrafı bir daha okuyunca Gökalp birşeyler söylemek istemiş, dudaklarını kıpırdatmıştı. Kâğıt kalem istediğini belli edince Halim Sabit cebinden defterini çıkardı. Anlaşılır bir sesle, zaman zaman duraklayarak şu cümleleri yazdırmıştı: (Paşa hazretlerine lütfen teşekkürlerimi yazınız. Beni bu haldeyken hatırladığı için minnettarım. Gazi Paşa ve Lâtife Hanıma ithafen yazdığım Türk Medeniyeti Tarihi kitabımın basıldığını göremeden ölüyorum... Çocuklarıma babalık vazifemi lâyık-ı veçhile yapamadım... Onları Milletime ve Halaskarıma bırakıyorum..). Sözlerinin burasında gözleri dolmuş, kelimeler boğazında düğümlenmişti. Artık konuşamıyordu. Halim Sabit Bey: (—Biz Gaziye sizin namınıza cevap yazacağız. Kendinizi üzmeyiniz) diyerek rahatlamasını sağlamıştı.

Ertesi gün Halim Sabit ve M. Zekeriya imzası ile Atatürk'e şu telgraf gönderilmişti: 5

İstanbul: 22.10.1340 (1924) Sa:17

Ankara'da Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine

ölüm yatağında bulunan Ziya Gökalp Beye istifsar-ı devletlerini okuduk. Çok mütehassis oldu. içinde minnet okunan ve günlerdenberi gülmeyen gözlerinde bir minnet şulesi parıldadı. Bize aynen şu cümleleri imlâ etti: Teşekkürlerimi yazınız. Ölürken beni hatırladığı için minnettarım. Gazi Paşa ve Lâtife Hanıma ithafen yazdığım Türk Medeniyeti Tarihi eserimi bastıramadan ölüyorum. Çocuklarıma babalık vazifemi yapamadım. Onları Milletime ve Halaskarımıza bırakıyorum, dedi ve sözünü bitiremedi. O dakikadanberi muntazam söz söyleyemediği için son vasiyeti hükmünde olan bu ifadesini, hakkında gösterilen samimi alâkadan cesaret alarak Halaskarımıza arzı vicdan borcu bildik. Kendisi ümitsiz hastadır. Ailesi fakr içinde perişandır. Memleketin büyük bir dahisinin yokluk içinde hayata veda ederken kendisine milletin borçlu olduğu son vazifeyi ifa hususunda delâlet ve sahabet-i devletlerini istirham ederiz efendim.

Halim Sabit             M.Zekeriya

Atatürk, telgrafı aldıktan sonra, Başkâtibi Tevfik (Bıyıklıoğlu)na, hastalığın seyri hakkında sık sık bilgi verilmesini emretmiştir. Tevfik (Bıyıklıoğlu), İstanbul Vali Vekili Hüsnü Beyden telgrafla aldığı bilgileri, Atatürk'e aktarmıştır. Bu telgraflardan biri de şöyledir: 6

İstanbul: 24.10.1340 (1924). Saat: 21

Gayet Aceledir Ankara

Riyaseticumhur Başkâtibi Tevfik Beyefendiye

Ziya Beyefendinin şu dakikada ahval-i sıhhiyesi vehametini muhafaza ediyor. Etrafındakileri tanımadığı, kalbin mukavemetine rağmen hastalığın seyrini takip eylediği nöbetçi tabibin ifadesi üzerine arz olunur.

İstanbul Vali Vekili
Hüsnü

Ziya Gökalp'ın hastahaneye kaldırılışı, hastalığın giderek artması basında geniş yankılar uyandırmıştı. Bütün yurtta gençler ve aydınlar gazeteleri elden ele dolaştırıyor, hastahaneye "geçmiş olsun" telgrafları yağdırıyorlardı. 23 Ekim 1924 tarihli Cumhuriyet gazetesinde, hastalığın, başındanberi Ziya Gökalp'ı tedavi eden Dr. Musa Kâzım'ın ihmali ve bilgisizliğinden dolayı arttığını, eğer zamanında doğru teşhis konmuş olsaydı, hastanın bu duruma düşmeyeceğini iddia eden sert bir yazı yazılmış, doktor suçlanmıştı. 7 Hastahaneye kaldırıldıktan sonra hastalığı ile Dr. Âkil Muhtar (Özden), Dr. Mazhar Osman (Uzman), Dr. Hakkı Şinasi Paşa, Fransız Dr. M. Gassen yakından ilgilenmeye başlamışlardır. Ne yazık ki hasta çaresizdir. Ziya Gökalp her saat ölüme yaklaşmaktadır.

Ziya Gökalp'ın rahatsızlığı dolayısiyle Atatürk'ün kendisiyle pek sıkı ilgilendiği haberi önce Ankara'da Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde verilmiş, daha sonra İstanbul gazeteleri yazmağa başlamışlardır. 22 Ekim 1924 tarihli Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde ilk haber şöyledir:

(..Ziya Gökalp Bey'in hastalığından haberdar olan Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri büyük bir teessür ve teellüm göstermişlerdir. Evvelki gece hususî bir içtima esnasında üstada karşı pek teveccühkârane irade-i kelâmla bir an evvel iade-i sıhhati için lâzım gelen tedavinin derhal ittihazını emir buyurmuşlardır. İlim ve irfanın hâmisi büyük kalpli reis-i muhteremimiz aynı zamanda icap ederse Ziya Gökalp'ın derhal Avrupaya gönderilmesini ve bu husustaki masarifi bizzat deruhte buyuracaklarını ilâve etmişlerdir. Aynı zamanda Reisicumhur Hazretleri ve Başvekil Paşa (İsmet İnönü) Hazretleri birer telgrafla iade-i afiyet temennisinde bulunmuşlardır).

Ziya Gökalp'ın durumunu her gün doktor raporlarına göre veren Anadolu Ajansı ve gazeteler, 24 Ekim 1924 Cuma günü daha bir karamsar rapor yayınlamışlardı.Raporda: (Hastanın umumî ahvali gittikçe vehamet kesbediyor) deniyordu. O gün hasta, gece yarısından sonra komaya girmiş, 25 Ekim 1924 Cumartesi günü sabahın saat beşinde ruhunu teslim etmişti. Acı haber bütün gazetelerde iri puntolarla manşet olarak verilmiş, İstanbul Valiliği, İstanbul Belediyesi, Türk Ocağı cenaze töreni hazırlıklarına başlamışlardı. 8

Ziya Gökalp'ın ölüm haberi ölümünden bir saat sonra İstanbul Vali Vekili Hüsnü tarafından telgrafla Başkâtip Tevfik (Bıyıklıoğlu) na bildirilmiş, o da Atatürk'e duyurmuştu. Haberden çok üzüntü duyan Atatürk ve eşi Lâtife Hanım, İstanbul Valiliği aracılığı ile Ziya Gökalp'ın eşi Vecihe Hanıma aşağıdaki taziyet telgraflarını göndermişlerdir:9-10

Ankara: 26.10.1340 (1924.). Sa:17

İstanbul Vilâyeti Vasıtasıyla Zjya Gökalp Beyin Refikası Hanımefendiye

Muhterem zevciniz Ziya Gökalp Beyin bütün Türk âlemi için pek elim bir ziya teşkil eden gaybubet-i ebediyyesinden mütevellid hissiyat-ı taziyetkâranemi ve Türk Milletinin samimî teessürat-ı kalbiyesini zat-ı ismetanelerine arzeder, Türk Milleti ve Hükümetinin ailesi hakkındaki hissiyat-ı müşfikanesini temin ederim efendim.

Reisicumhur
Gazi M. Kemal



26.10.1940(1924)

İstanbul Vilâyeti Vasıtasıyla Ziya Gökalp Beyin Refikası Hanımefendiye

Türkiye'nin ilim âlemi için çok kıymetli bir uzuv olan muhterem zevciniz Zİya Gökalp Beyin ufulünden mütevellid teessür ve hissiyat-ı taziyetkâranemi arz ederim efendim.

Lâtife Gazi M. Kemal

Ziya Gökalp'ın eşi Vecihe (Gökalp), Atatürk ve eşinin bu duygulu, kadirbilir başsağlığı telgraflarına aynı gün ayrı ayrı cevap vermiştir. Bu telgraflar şöyledir.11

İstanbul: 26.10.1340 (1924)

Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine

Hayatını millete vakfeden ve bu sebeple onun halaskarı olan Zat-ı Devletlerine dünyada en ziyade hürmet ve muhabbet beslediğine vâkıf olduğum merhum zevcimin elîm ziyaı karşısında büyük Türk Milletinin ve onun halaskarı Gazimizin gösterdiği teessür, bu matemli günlerimizde üzgün kalplerimize teselli veren en büyük kuvvet olmuştur.

Bana yaşamak için bugün kuvvet veren yegâne âmil Hükümet ve Milletimin bu teveccüh ve muhabbetine istinaden bana vedia olarak bıraktığı çocuklarımı Ona lâyık bir şekilde yetiştirebilmektir. Gözyaşları içinde gönderdiğim bu teşekkürümü kabul buyurmanızı rica eder ve arz-ı hürmetler ederim efendim.

Vecihe
Ziya Gökalp'in Refikası

Lâtife Gazi M. Kemal Hanımefendi Hazretlerine

Zevcimin ziyamdan mütevellid nihayetsiz teessürlerimize iştiraklarınızı bildiren taziyet telgrafınız bizi çok derinden mütehassis ve minnettar etmiştir. Arz-ı şükran ederim efendim.

Ziya Gökalp'ın
Refikası
Vecihe

Atatürk'ün Ziya Gökalp'a, onun ölümünden sonra da ailesine karşı gösterdiği pek yakın ilgi ve şefkat bütün yurtta yankılar uyandırmış, özellikle Türk Ocaklarından Atatürk'e minnet ve şükran telgrafları çekilmiştir. Ziya Gökalp'ın doğduğu yer olan Diyarbakır Belediye Başkanı Hüseyin (Uluğ) da Atatürk'e ve eşine ayrı ayrı teşekkür telgrafları göndermiştir. Atatürk'e gönderdiği telgraf şöyledir:12

Diyarbekir: 26.10.1340 (1924)

Ankara'da Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal Pasa Hazretlerine

Türk Milletinin büyük mütefekkiri Ziya Gökalp Beyin ziya-ı ebedisi dolayısiyle ibraz ve ibzal buyuruları asar-ı şefkat-i kıymetteraneye muttali olan memleketimiz halkının bu ulvî san ve şefkate karşı olan şükran-ı mahsuslarının arzına cür'et eylerim efendim.

Belediye Reisi
Hüseyin

Ziya Gökalp için İstanbul'da büyük bir cenaze töreni düzenlenmiş ve törende Atatürk'ü İstanbul Vali Vekili Hüsnü ve Cebelibereket Milletvekili İhsan temsil etmişlerdir.

Bir süre sonra Türkiye Büyük Millet Meclisine yapılan bir teklifle Ziya Gökalp'in eşi ve çocuklarına maaş bağlanmıştır. Türk Medeniyeti Tarihi adlı eseri de Milli Eğitim Bakanlığınca yayınlanarak Ziya Gökalp'in vasiyeti yerine getirilmiştir. Mezarı, Îstanbul-Divanyolu'nda Sultan Mahmude Türbesi bahçesindedir.


1 Kâzım Nami Duru, Ziya Gökalp, s. 37, İstanbul, 1949.
2 Şevket Beysanoğlu, Ziya Gökalp için Yazılanlar-Söylenenler, c. 1, s. 2-14, Ankara, 1964.
3 Cumhurbaşkanlığı Köşkü, Atatürk Arşivi, Dolap: 49, Dosya: F. 21-5.
4 Aynı Arşiv, D. 49, F-21.
5 Aynı Arşiv, D. 49, F-14.
6 Aynı Arşiv, D. 49, F-21.
7 23 Ekim 1924 tarihli Cumhuriyet gazetesi.
8 Ziya Gökalp'ın ölümü ile ilgili geniş bilgi, Şevket Beysanoğlunun yukarıda adı geçen eseri
9 Aynı arşiv, D. 49, F-21-3.
10 Aynı arşiv, D. 49, F-21-4.
11 Aynı arşiv, D. 49, F-21
12 Aynı arşiv, D. 49, F-21-1
   
   ----------------------
- ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ DERGİSİ, Sayı 9, Cilt III, Temmuz 1987


melankolizm

Ala Geyik
(Ziya Gökalp)

Çocuktum, ufacıktım,
Top oynadım,acıktım.

Buldum yerde bir erik,
Kaptı bir Ala Geyik.

Geyik kaçtı ormana,
Bindim bir ak doğana.

Doğan, yolu şaşırdı,
Kaf Dağından aşırdı.

Attı beni bir göle;
Gölden çıktım bir çöle,

Çölde buldum izini,
Koştum, tuttum dizini.

Geyik beni görünce,
Düştü büyük sevince.

Verdi bana bir elma,
Dedi, dinlenme, durma.

Dağdan yürü, kırdan git,
Altın Köşke çabuk yet.

Seni bekler ezeli,
Orda dünya güzeli.

Bin yıllık çile doldu!
Bunu dedi, kayboldu.

Yedim sırlı elmayı,
Gördüm gizli dünyayı.

Gündüz oldu, geceler;
Ak sakallı cüceler,

Korkunç devler hortladı,
Cinler, cirit oynadı.

Kesik başlar yürürdü,
Saçlarını sürürdü.

Bir de baktım, melekler,
Başlarında çiçekler.

Devlere el bağlıyor,
Gizli gizli ağlıyor.

Kılıcımı çıkardım,
Perileri kurtardım.

Kurtardığım periler,
Adım adım geriler,

Kanadını açardı,
Selam verir, kaçardı.

Az, uz gittim, dolaştım,
Altın Köşke ulaştım.

Bir kapısı açıktı,
Öteki kapanıktı.

Kapalıyı açarak,
Açığa vurdum kapak.

At önünde et vardı,
İt, ot yemez ağlardı;

Otu ata yedirdim,
Eti ite yedirdim.

Açtım bir elmas oda;
Dev şahı uykuda

Gördüm, kestim başını,
Dedim, Ey dev nerede?

Nerede Dünya Güzeli?
Dedi, Elinde eli!

Döndüm, baktım. Bir Kırgız
Elbiseli güzel kız.

Durmuş, bakar yanımda,
Şimşek çaktı canımda.

Güldü, dedi, Türk Beyi!
Tanıdın mı geyiği?

Kimse, beni bu devden
Alamazdı. Ancak sen,

Kaya deldin, dağ yardın,
Geldin, beni kurtardın.

Ah o imiş anladım,
Sevincimden ağladım,

Dedim, Turan Meleği!
Türkün yüce dileği!

Yüz milyon Türk bu anda
Seni bekler Turanda.

Haydi, çabuk varalım,
Karanlığı yaralım;

Sönük ocak canlansın,
Yoksul ülke şanlansın

İndik, iti okşadık,
At sırtına atladık.

Geçtik nice dağ, kaya,
Geldik Demirkapıya.

Kapanması, çok yıldı,
Açıl! dedim, açıldı.

Yol verince gizli yurt,
Aldı bizi Bozkurt,

Kaf Dağından geçirdi,
Türk Eline getirdi.