Ana Menü

Mutlu Son

Başlatan Onur*, Aralık 06, 2007, 16:41:14

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Onur*

Kâbus gibi bir Kasım ayı geçirdik Beşiktaş camiası olarak. Yönetme becerisinden yoksun kulüp yöneticileri, hakem hataları, alınan mağlubiyetler, moral bozukluğu..Resmin geneli göz önüne alındığında Marsilya maçının gerek futbolcular gerekse taraftarlar için oldukça zor geçmesi bekleniyordu.



Fakat 28 Kasım gecesi hiç de umulduğu gibi olmadı.. Beşiktaş Marsilya'yı 2–1 yenerek hem tarih bir zafer kazandı hem de umutlarını Portekiz'e taşımayı başardı.

Ve Maç Başlıyor..

Maçın başlama düdüğü çaldığında Beşiktaş taraftarının genelinde olduğu gibi ben de şüphe, umutsuzluk ve kızgınlık duygularının bir karışımını barındırıyordum içimde. Takımımın teknik, kondisyon ve futbol mantalitesi olarak yanlışlıkları içimi acıtıyordu. Bunun üstüne zaman zaman oynanan ruhsuz futbol da eklenince Beşiktaş'ı izlemek eziyet haline gelebiliyordu. Her şeyi göze alarak ve İnönü'de olamamanın eksikliğini hissederek maçı izlemeye başladım.


Futbolun basit bir seyir zevkinden yola çıkan karmaşık bir olgu olduğunu düşündüğümüzde her taraftar gibi saha içerisinde bu zevki verecek bireysel ve kolektif yıldızları aramaya başladım. Daha 2. dakikada takımımın en istikrarlı yabancı topçusu Tello'nun üzerine giydiği çubuklu formayla çektiği şut hem benim hem de milyonlarca Beşiktaşlının kalp atışlarını hızlandıran süreci başlattı. Topçularımızın sahada yayılışları ve mücadele istekleri son bir aydır rüyalarımızı kâbusu dönüştüren geçmişi silmeye başlamıştı. Futbol işte böyle bir oyun, futbolda dün yoktur, şimdi ve yarın vardır dedi topçular sahadaki görünümleriyle..

İlk gol, ilk umut Dakika 26'ya geldiğinde nedense İlhan Mansız aklıma gelmişti. Sahadaki hırslı oyundan mı yoksa 26 rakamından mı bilmiyorum. Beşiktaş'ın istikrar yoksunu yıldızı Delgado rakip ceza alanının sağ çaprazda yerdeydi. Topun başına Paşalıktan emekli Ricardinho ve Tello geçtiğinde herkes kim vuracak merak etti bir iki saniye..Paşa toptan uzaklaşınca bu kez herkesin merak ettiği topun ortalama 7 metre ötesindeki bu barajın nasıl aşılacağı idi. Bir rivayete göre milli maçlarda ve Portekiz'de bu toplara iyi vuruyordu Tello. Ama bu hünerini TC sınırları içerisinde pek göstermediğinden dolayı içimizde ağır basan duygu gol öncesi heyecandan çok meraktı. Ama Tello öyle bir vurdu ki sol ayağıyla topa hiç kimse anlayamadı nasıl olduğunu golün.. Top sevgilisine ulaşmak isteyen bir aşık gibi süzülerek ulaştı deniz tarafındaki kalenin ağlarına..Uzun bir süre sonra İnönü'nün kalelerindeki örümcek ağlarını temizleyecek bir topçu gelmişti Beşiktaş'a..O an Paşa unvanını Ricardinho'dan alıp Tello'ya verdim..Kalbimizin yeni Paşası Tello idi artık..

Golün ardından Beşiktaş'ın o olumsuz yüzü yine ortaya çıktı, geriye yaslanma belası. Oysaki en büyük Beşiktaşlı dememiş miydi bu vatanı kurtarırken "Hattı müdafaa yoktur sathı müdafaa vardır. O satıh tüm vatandır". Galiba Ertuğrul Hoca'nın Beşiktaşlı futbolculara yakın tarihten bazı kıssalar anlatması gerekiyor maç öncesi motive ederken. Güney Amerikalı futbolculara da belki Simon Bolivar'ın İspanyol sömürgeciliğine karşı yaptığı mücadeleden bahsedebilir.

Neyse maça dönecek olursak..Bir futbol takımının geriye yaslanma belasının yol açacağı kötü sonuçları düşündüğümüz ve kaygılandığımız anlarda İnönü'deki diğer bir yıldız koydu ağırlığını sahaya..Bu yıldız bireysel değil kolektifti, mücadeleciydi, etkileyiciydi..Beşiktaş taraftarı Liverpool maçının ikinci devresinin başında olduğu gibi Dale Cavese (adını bir İtalyan ikinci lig takımından alan tezahürat) ile girdi sahaya.. Beşiktaş taraftarı, söylenişi Türkçe'ye pek uygun olmayan bu tezahüratı, vücut hareketleri ve atkılarla yaptıkları müthiş görsel şovla süsleyerek tüm dünyaya tekrar gösterdi. O an sahanın içinde ve dışında olan herkes onlara bakmak zorunda hissetti kendini..Bu şov, tezahüratı sahiplenme çabası içerisindeki yurtiçi rakiplerine güzel bir dersti aslında..

Bu güzelliklerin yaşandığı ve Beşiktaş'ın 1–0 üstünlüğüyle biten ilk yarı herkesin keyfini yerine getirdi. İkinci yarı başladığında Beşiktaşlı futbolcular da taraftar da bitkin ve sessizdi. Galiba her ikisinin de kondisyon sorunu vardı. Beşiktaş iyice yaslandı geriye, her top rakibe atılıyordu, Liverpool maçı gibi..Bir tek Baki'nin mücadelesiydi beni umutlandıran. Ve sonunda oldu. Marsilyalı Taiwo'nun 30 metreden çıkardığı sert vuruşa kalecimiz Rüştü sadece hoş geldin diyebildi elleriyle..Yine endişe ve stres bulutları kapladı İnönü'yü..

Mutlu Son

Dakikalar birbirini kovalıyordu, Marsilya biraz durulmuş, Beşiktaş ise silkinmişti, ama maçın kaderi beraberlik gibi gözüküyordu son 5 dakikaya girerken..Tabi ki 5 dakika futbol için uzun bir zamandı, top da yuvarlaktı. Maçın makûs talihini 88. dakikada Delgado'nun inanılmaz ara pasıyla topla buluşan Deivson Rogerio da Silva (namı diğer Bobo) değiştirdi. İyi varsın Bobo..

Maç sonunda tüm Beşiktaşlılar mutlu ve gururluydu. Çünkü herkes ŞEREFimizle oynayıp HAKKImızla kazandığımızdan emindi. Maçın Paşası (Uefa.com'da maçın adamı) Tello seçildi. Paşalığa yakın diğer adaylar da Bobo, Delgado ve Baki idi.

Beşiktaş futbol takımı, Marsilya maçında bir kez daha gösterdi ki bu yıl ilginç bir takım olma yolunda hızlı adımlarla ilerliyor. Bu gruptan çıkmayı başarırsa bütün futbol otoritelerini şaşırtacak ve bir mucizeye imza atacak. Eğer çıkamasa da geride mücadeleci bir futbol ve şahane bir seyirci profili bırakacak Şampiyonlar Ligi tarihinde..Her şeye rağmen futbolun sadece bir oyun olduğunu düşünelim ve bu oyunun yıldızlarını (Tello, Bobo, Delgado ve Beşiktaş taraftarı) her zaman sahada görelim.

Yasin Atlıoğlu


duymadığım kalmadı; kalmayanı duydum aklım almadı..!