Ana Menü

M.Denizli Hiddink mi, yoksa Johnson mı?

Başlatan Simurg, Kasım 13, 2009, 18:00:20

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Simurg

M.Denizli Hiddink mi, yoksa Johnson mı?
Pazar gecesi oynanan Umut-Hakan, pardon Trabzon-Beşiktaş maçı üzerinden çok kısa bir zaman geçtiği için belki farkında değiliz... Uğur Meleke'nin Milliyet gazetesindeki köşe yazısı
         
M.Denizli Hiddink mi, yoksa Johnson mı?
Pazar gecesi oynanan Umut-Hakan, pardon Trabzon-Beşiktaş maçı üzerinden çok kısa bir zaman geçtiği için belki farkında değiliz: Bu müsabaka hafızamızda yıllarca bir "Süper Lig klasiği" veya en azından kült bir Mustafa Denizli filmi olarak yer edecek! Avrupa kupalarında ya da ligde bir takımın beraberliğe ihtiyacı olduğunda ister istemez bu maç akla gelecek, bunu başaran/başaramayan her hoca 8 Kasım 2009'un
Denizli'si ile kıyaslanacak!

Son 20 yılda elimizde sanırım bu tarz iki büyük maç vardı: Bir tanesi 18 Eylül 1994'te Trabzon'un yüzde 80 topla oynayıp rüzgârın iki oğlu Sertan ve Metin'in golleriyle Beşiktaş'a 2-0 mağlup olduğu maç... Bir diğeri de UEFA Kupası'nın İstanbul ziyaretinden yalnızca 52 gün önce, 26 Mart 2000'de Johnson'ın frikiğiyle sonuçlanan efsane G.Saray-F.Bahçe derbisi.
Dünya futbolundaysa yakın tarihe damga vurmuş en etkileyici savunma oyunu sanırım geçtiğimiz yılın Ş.Ligi yarı finalindeki Chelsea-Barcelona eşleşmesi idi. Emanetçi Hiddink'in Chelsea'si, 6 Mayıs'ta Londra'da Guardiola'ya belki de hayatının en uzun/hayatının en kısa 92 dakikasını yaşattı!

Pazar günü 21:45 sularında K.Müftüoğlu'nun bitiş düdüğünü çaldığı andan itibaren hepimizin birbirinin yüzüne anlamsızca bakarak cevabını aradığı soru da galiba burada gizli: Mustafa Denizli'nin Trabzon'da yaptığı neydi? Denizli, Hiddink benzeri stratejiyle 10 yılda bir kez oynayacağı akıllı bir savunmayla çok ihtiyacı olan 3 puanı mı aldı? Yoksa oyunun tarifi stratejiler üstü müydü, 9 sene önce Samuel Johnson'ın yaptığını o gün Ernst yaptı ve öyle mi bitti bu iş?
     
O gün ne oldu?

Denizli'nin 8 Kasım'daki Beşiktaş'ına, Hiddink'in 6 Mayıs'taki Chelsea'si gibi golsüz beraberlik de yüzde yüz yaramıyordu aslında (Maç penaltılara gitmeyecek neticede, sadece 1 puan almış olacaksınız). Hatta Beşiktaş, Chelsea gibi 9'uncu dakikada golü bulup maça 1-0 da başlamadı. Beşiktaş'ın karşısındaki rakip, o yılı 5 kupayla bitirecek tüm zamanların en iyi Barcelonalarından biri de değildi! Chelsea'nin savunma yapması için yetecek de artacak bunca sebebe rağmen iki takımı eşit şartlarda maça başlıyor gibi varsayıp kadroları incelediğinizde birinci acayiplik ortaya çıkıyor: Hiddink maça (Chelsea'nin o yıl hep yaptığı gibi) 4-3-3 başlıyor. Orta sahasında (Middlesbrough'la da oynasa aynen kullandığı) Essien-Lampard-Ballack, forvetinde de sağdan sola ideal üçlüsü Anelka-Drogba-Malouda var. Yani kadro size bağıra bağıra "Ben Kanije müdafaası yapacağım" demiyor!

Trabzon'daki Beşiktaş'taysa durum biraz farklı... Denizli, binlerce eleştiriye rağmen bütün bir sezonu 4-3-3 oynamış, bu müsabakaya ise 5-3-1-1 gibi bir düzenekle çıkmış. Bu rakamlara fazla takılmamak lazım diye düşünüyorsanız, bir de şu açıdan bakın: Beşiktaş bu yıl oynadığı 15 resmi maçta ilk kez sahaya sadece 2 ofansif oyuncuyla çıktı! Denizli'nin bu yıl 15 maçta şans verdiği 8 hücumcusundan (Yusuf, Tabata, Tello, Holosko, Serdar, Nihat, Bobo, Nobre) ilk kez sadece ikisi sahadaydı Trabzon'da... Tecrübeli teknik adam daha önce (M.United ve G.Saray dahil) 11 maça 4 hücumcuyla, iki Wolfsburg ve G.Birliği maçına ise 3 hücumcuyla çıkmış.

Kendinizi Tabata'nın (veya mesela Toraman'ın) yerine koyun: Hocanız bu sezon sahaya ilk kez sekiz savunmacı+iki hücumcuyla çıkmış, soyunma odasında ne anlatılırsa anlatsın koşulsuz savunma yapılacağını düşünmeniz doğal olmaz mı?

O sezon ne oldu?

Bir de şunu unutmamak gerek: Hiddink'in takımı onun görevde olduğu 4 aylık süreçte çok saygıdeğer işler yaptı: Federasyon Kupası'nı kazandı, Ş.Ligi'nde Juventus ve Liverpool saf dışı bırakılıp Barcelona'ya namağlup elenildi, ligde de (sadece Tottenham'dan) tek bir yenilgi alındı. Dolayısıyla bu hocanın Barcelona karşısındaki defansif oyununu beğenmeseniz/saygı duymasanız bile, senede bir kredi tanıyabilirsiniz böyle oynatması için...

Beşiktaş'ta öyle övünülecek bir durum da yok doğrusu: 15 resmi maçta 11 gol atılmış, 12 gol yenmiş. Puan durumunda ilk 8'e karşı oynanan 5 maçta 1 galibiyet alınmış. Ve de 12'nci hafta puan durumundan Ankaraspor'a atılan sanal golleri çıkarırsanız, 17 takım içinde Beşiktaş'tan daha az gol atan tek bir ekip var: Denizlispor...

Netice

Tamam Trabzon önündeki dizilişin bir maça özgü olduğunu varsayıyoruz, ama temel formasyonda, 4-3-3'te de özellikle ön tarafta hiçbir şey oturmamış. Öndeki dörtlüler (ofansif orta saha oyuncusu+3 forvet) göz önüne alındığında henüz iki maç üst üste hiç aynı dörtlüyle çıkılmamış. On numarada 3 (Tello, Tabata, Uğur), santrforda 3 (Nobre, Nihat, Bobo), sağ açıkta 4 (Holosko, Nihat, Serdar, Yusuf), sol açıkta 6 (Tello, Bobo, Yusuf, Serdar, Holosko, Ekrem) denemeden bir ideal bulunamamış. Denizli'nin önde bu kadar sıkıntı yaşamasına rağmen yaptığı 11 transferden sadece birinin (Erkan Zengin'in) ileri üçlüsüne olması da ayrı bir garabet.

Trabzon'daki Hakan-Umut maçı 6-0 bitti, ama bu müsabakayı 100 defa oynasalar bir defa daha 6-0 biter mi şüpheliyim. Denizli'nin planının (ya da plansızlığının) sürdürülebilir olduğu konusunda ciddi şüphelerim var. O yüzden 5-10 yıl sonra 8 Kasım'daki maçtan bahsederken Denizli'yi Hiddinkli cümleden çok, Samuel Johnson'lı cümlenin içinde kullanacağımızı sanıyorum. Bir de Trabzon seyircisinin mükemmel oynayan takımına/hocasına ne kadar ayıp ettiğini hatırlayacağız herhalde...

   

BEŞİKTAŞK



Kahrolsun uyuyunca geçmeyen bazı şeyler..