Ana Menü

Hilbert Röportajı

Başlatan ERHUN, Mart 28, 2012, 12:11:50

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

ERHUN

Uzun süren sakatlığını atlattıktan sonra tekrar sahalara dönen Roberto Hilbert, Hayatım Futbol dergisinin sorularını yanıtladı. Deneyimli oyuncu, samimi cevaplar verirken, takım arkadaşı Fernandes'i övdü ve "Türkiye Süper Ligi'ne de fazla bir oyuncu. Onun İngiltere ya da İspanya liginde oynaması gerekir"dedi.

+Yedek beklesen dahi hiç şikayet ettiğini duymadık. Ardından 45 gün oynamadın ve ilk maçında bunu kimse hissetmedi. Profesyonelliğine diyecek yok. Hiç mi dengen bozulmuyor, yanlış yapmıyorsun?
-Tabii ki ben de hata yapıyorum her insan gibi. Misal, ilk sakatlığımdan sonra tam iyileşmeden sahaya adım atmam yanlıştı. Ben fizik olarak şanslıyım, atletik bir yapıya sahibim ama bununla yetinemezsiniz. Futbol oynamadığım zamanlarda çok fazla çalıştım. Sürekli bisiklete bindim, antrenman yaptım, fitness salonundan çıkmadım.

+Bu kendine ait bir çalışma mı, yoksa size verilen bir program mı?
-Yok hayır, benim yaptığı program ve buna mecbursunuz aslında. İki hafta Almanya'daydım. Orada kendi doktorum ve fizik antrenörüm var. Özellikle bana yükleme yapacak olan antrenörle çok yakın arkadaşız ve bana oldukça katı bir programı uygulattı. Ona bu konularda fazlasıyla güvenirim. Çalışmalara İstanbul'a gelince de devam ettim ve bu aslında daha çok insanın kendisiyle kurduğu ilişki sonucu gerçekleşir. Bunları yapmadığım zaman vicdan azabı çekiyorum. Sorumluluk duygusu da diyebiliriz.

+Bu Alman disiplini mi yoksa size özel bir karakter yapısı mı?
-Oynatılmadığın zamanlar da oldu ama sorun çıkardığın görülmedi pek.Oynamadığım zaman tabii ki hayal kırıklığı yaşıyor, üzülüyorsun ve hatta bazen kızıyorsun. Bir yerden sonra ise savaşmaya başlıyorsun ve asla pes etmiyorsun, işte buna Almanların karakter yapısı diyebilirsin. Asla pes etmemek, sonuna kadar çalışmak ve vazgeçmemek bizim bir erdemimiz. Ben aynı zamanda gereksiz konularda sinirlenmemeyi kendi özel yaşamımda da öğrendim. Hayal kırıklığı yaşayabilirim ama buna kızıp öfkelenmek daha fazla enerji kaybettirir. Ben bu enerjiyi daha başka yerde kullanabilirim diye düşünürüm. Bugüne kadar da bunu başardığıma inanıyorum.

"Hep çalışarak kendimi ispatlamak zorunda kaldım"

+Geldin ve daha maç yapmadan "gönderilecek bu" dediler. Diğerlerine oranla kredin oldukça az gibi.
-Önce Schuster'e sonra Tayfur Hoca'ya daha sonra da Carvalhal'a hep çalışarak kendimi ispatlamak zorunda kaldım. "Bakın ben iyiyim" kısmını oynayarak göstermek zorundaydım. Bu Stuttgart'da da böyleydi. Başlangıçlar hep zor olmuştur benim için ama toplamda tüm bu insanlara bir şekilde kendimi kabul ettirebildiğimi düşünüyorum. Menajerimin bana söylediği her zaman şu olmuştur: İnsanlar uzun zaman sonunda sevebiliyorlarsa onların sevgileri daha gerçekçi olur.

+45 gün sonra yeniden kadroda yer aldığınız için Beşiktaş taraftarları çok mutlu. Twitter'da Trend Topic oldunuz ve dönüşün bayrammışçasına kutlandı. Bu ilginin farkında mısınız?
-Sosyal medyadan haberim oluyor, sadece Facebook fan sayfasının son dönemdeki artışından dahi bir şeylerin farklılaşmaya başladığını gözlemleyebiliyorum. Özellikle sakatlık döneminde bunu daha iyi algıladım. İki kere üst üste sakatlandım ve bu süreçte özlendiğimin farkına vardım. Dün maçtan çıkarken taraftarlar beni ayakta alkışlayıp adıma tezahürat yaptılar. Bu gerçekten yaptığınız işin verdiğiniz emeğin bir karşılığıdır ve dünyada bundan daha güzel bir şey yok bence.

"Ne yaptığımızı algılayabilecek kadar zamanımız yoktu"
+Senin olmadığın 16 lig maçında Beşiktaş tam 7 kez mağlup olmuş ve seninle beraber sadece 1 kez yenilmiş. Bu nedenle taraftarların büyük çoğunluğu "Hilbertli Beşiktaş ve Hilbertsiz Beşiktaş" olarak başka bakıyor olabilir.
-Böyle bir istatistik oluşmuşsa bu çok güzel. En azından benim adıma pozitif bir durumun göstergesi ama yine de istatistiklere fazla anlam yüklememek gerek. Kazanılan ya da kaybedilen maçlarda birçok önemli faktör rol oynuyor. Mesela bizim üst üste yenilmediğimiz o 15 maç içerisinde öyle yüksek seviyede top oynadık ki başka bir sonuç düşünülemezdi bile. Öyle bir maç trafiğine girmiştik ki artık neyi doğru neyi yanlış yaptığımızı algılayabilecek kadar zamanımız dahi yoktu. Aslında sonradan anladık bu dönemin bizi hem fizik hem de mental açıdan nasıl yıprattığını. Sakatlıklar üst üste gelmeye başladı. Dahası bir ay geç başlamış ve play-off'larla sıkıştırılmış bir ligin içerisinde hem lig hem Avrupa hem de kupa maçı oynamak. Yaklaşık üç güne bir maç düşüyordu ki bir maçı kaybettiğinizde diğerinde başarılı olalım derken farkında bile olmadan pek çok hata yapıyorduk. Üst üste galip geldiğimiz zamanlar içerisinde aslında kötüye doğru yol aldığımızın farkında bile değildik.

+Peki buraya gelmeden önce ne bekledin ne buldun? Önce futbol.
-Tam olarak şu anda neyi yaşıyorsam onun beklentileriyle buraya geldim. Bunun nedeni de çocukluğumdan bu yana Türklerle arkadaşlık etmem. Hatta sadece onların olduğu bir ortamda yetiştiğim için buradaki atmosferi az çok tahmin ederek geldim. Duygusal yapınızın ve bunun futbola yansımanızın fazlasıyla farkındaydım. Mesela Fenerbahçe, Galatasaray ya da Trabzonspor maçlarındaki atmosferi yaşamadan biliyor ve tam da böyle bekliyordum. Futbol taraftarlığı burada inanılmaz güzel ama fanatizm ve tepkisellik boyutunda biraz aşırıya kaçılıyor.

+Yaşam?
-İstanbul'a daha önce hiç gelmemiştim. Elbette pek çok şey okuyup edip bilgi sahibi olmaya çalıştım ama bazı şeyleri yaşamadan bilemezsiniz. Mesela ilk defa trafikte sıkışıp kaldığımda şok olmuştum. Bu beni başlarda bazen agresifleştiriyordu ama zamanla buna da alıştım. Almanya'ya gittiğimde bazen trafik sıkışıklığından şikayet eden insanları görünce gülüyorum, "Bu nedir ki" diyorum. (gülüyor) İstanbul'a gelince burası mega büyük bir metropol. Başlarda haliyle çok fazla problemimiz oldu ama zamanla her şeye alıştık ve bugün çok mutluyum.

+Aileniz de burada sanırım.
-Evet. Buraya ailecek alışmak birkaç ayımızı aldı ama artık yerlileri gibiyiz. Büyük oğlum okula gidiyor, diğeri anaokuluna. Eşim burada kendisini iyi hissediyor, benden daha geniş bir çevre edindiğini dahi söyleyebilirim. (gülüyor) Onlar burada mutlu ve benim için her şeyden önemli olan da bu. Çocuklarım her ne kadar Alman okuluna gitse de misal büyük olanı çok iyi Türkçe konuşuyor, diğeri de her şeyi anlıyor.

"Türkçe konusunda tembelim"
+Peki senin Türkçe ile aran nasıl?
-Ben daha iyi anlayabiliyorum artık ama hala öğrenme aşamasındayım. Dürüst olmam gerekirse bu konuda kendimi tembel buluyorum. Çokça kez kendimi kelimeleri ezberlemeye ve dilin mantığını çözmek için çabalamaya zorlasam da başarılı olamıyorum. Almanca ile yapıları çok farklı ve kuralları çok daha zor. Çok fazla ayrıntıya dikkat etmelisiniz.

+Bundesliga'da yıllarca kalıp da Almanca bilmeyenler sert bir şekilde eleştirilir. Almeida için mesela eleştiriler bir hayli fazlaydı Almancayı iyi öğrenmediği için. Bizim ligimizde ise bunlar çok konu edilmiyor ama ben edilmesi taraftarıyım. 5 yıl gibi bir zaman burada kalıp da Türkçe öğrenmemek çok hoş değil gibi gelir bana.
-Ben Almanya'dayken iki tane Meksikalı oyuncu ile beraber oynamıştım. Birisi altı ay sonra çok güzel Almanca konuşur iken diğerinin durumu bu açıdan felaketti. Ama ikisiyle de sorun yaşamıyorduk ve oldukça iyi bir şekilde iletişim kurabiliyorduk. Ben mesela dürüst olayım, Türkçe öğrenmek konusunda tembellik yapıyorum. Eşim mesela bu konuda çok hırslı ve çok iyi Türkçe konuşuyor, "Burada yaşıyorum artık ve buraya ayak uydurmalıyım" diyor. Ben de öyle düşünüyorum. Burasının dilini öğrenmeyi buraya ayak uydurmanın ilk kuralı olarak algılamalı insan. Bu muhtemelen çevremizdeki insanlar tarafından da saygı ile karşılanacaktır. Almanya'daki zorlamayı da doğru buluyorum ve dil sadece futbolcu meslektaşlarınızla değil, masörünüzle, tüm ekiple iletişime geçmenin yoludur. İki yılı doldurmadım henüz ama beş yıl burada kalırsam kesinlikle Türkçe konuşabilen bir insan olurum.

"Küçük başarılardan tatmin olmamayı öğretmeleri gerekir"

+Almanlar 3 milyon Türk'ten 3 tane Real Madrid oyuncusu çıkarırken biz 70 milyondan bir tane dahi çıkaramıyoruz. Biz neyi yanlış yapıyoruz, verebileceğin bir tavsiye var mı? Almanlar ve Türkler arasındaki farklar kabaca neler?
-Biz Almanlar çocukluğumuzdan bu yana kurallara bağlı bir şekilde yaşam sürmek üzerine yetiştiriliyoruz. Hangi alanda olursa olsun uymamız gereken bir kural, bir yasa vardır mutlaka. Buraya gelince gördüm ki siz bu konuda biraz fazla rahatsınız. Özellikle notere iki kez gittiğimde de büyük bir şok yaşamıştım zira oradaki görüntü bir Alman için alışık olmadık bir şeydi. Ama başka açıdan Türkler çok samimi, sıcakkanlı ve misafirperver insanlar. Almanlarla kıyaslayacak olursak bunlar da olumlu özellikleri diyebilirim.

+Peki futbolda?

-Almanlar özellikle son yıllarda genç yeteneklerinin eğitimine çok büyük yatırım yapmaya başladı. Kalite yükseldi ve bunu yapan federasyonun yatırımları oldu. İnanılmaz para akıttılar, okullar inşa ettiler ve daha da önemlisi kulüpleri de işbirliğine kısmen zorunlu tuttular. Ben Stuttgart'da oynarken görmüştüm genç yetenekler için her şeyi içerisinde muazzam yurtlar inşa etmişlerdi. Üstelik orada sadece futbol değil her açıdan eksiksiz bir eğitim söz konusu. Pedagojik ve psikolojik eğitim de var. Önemli ayrıntı da kulüplerle de bu okullar koordineli bir şekilde ortak çalışma yürütmeleri. Misal onlar "burada futbol oynuyorsunuz gerisi bizi ilgilendirmez" demiyorlar ve ancak eğitim konusunda geçerli notu alırsa futbola izin veriliyor. Futbolu çevresindekilerden izole edip tek başına ele almayıp her şeyiyle bir bütün olarak bakıyorlar ve bu da sanırım farkı oluşturan unsurların başında geliyor. Türkiye'de ise gördüğüm en büyük eksiklik çok küçük yaşta başlaması gereken o eğitimin yetersiz oluşu ve düzeltilmesi gerektiği. Dahası hırs konusundan sorunları var. Gençlerin pek çoğu profesyonel takımla birkaç kez antrenmana çıkmış olmayı kendilerine yeterli görüyorlar. Onlara en başta küçük başarılardan tatmin olmamayı öğretmeleri gerek. "Tamam bir adım attım ama önümde alacağım çok uzun bir yol var" düşüncesi yerleştirilmeli. Şu an için en büyük hedef bu hırsın futbolculara aşılanması olmalı. Kabaca A takımla 2 kez antrenmana çıkmak yetenekli bir genç futbolcunun hedefi olmamalı.

+Atletico Madrid teknik direktörü Diego Simeone, bizim en yetenekli futbolcularımızdan Arda Turan için "Oyunu taktik açıdan okuması az ama arkadaşlarına asistlik bakımından çok iyi" diye bir beyanatı var. Sen kendi takımında yerliler ve yabancılar arasında taktiksel eğitim konusunda bir fark görüyor musun?

-Tabii ki farklar mevcut. Şimdi Türk oyuncuların kötü olduğunu söylemek istemiyorum kesinlikle zira hepsi çok yetenekli futbolcular. Duruma göre bana, Fabian ya da Manuel'e bakarak İsmail gibi yetenekli olup kendisini geliştirmek isteyenler de mevcut. Quaresma, Manuel ya da Sivok bu konuda iyiler ama Egemen de oldukça iyi. Yine de söylemeliyim ki genç oyuncularımız bu isimlere bakıp kulaklarını açıp iyi dinlemeleri ve bir şeyler öğrenmek için azimli olmaları gerek. Genel anlamda Türk futbolu taktiksel açıdan kendisini geliştirmek durumunda. Bu sorun ülke çapında ele alınıp üzerinde durulmalı zira ben Türkiye liginin ve milli takımın bugün ortaya koyduğu performanstan çok daha fazlasını potansiyel olarak içerisinde taşıdığını düşünüyorum.

"Quaresma daha önce defans yapmayı denememiş"
+Quaresma ile oynamak? Onunla aynı kenarı paylaştığınızda defansif açıdan sorun yaşıyor musunuz?
-(Gülüyor). Şöyle diyeyim Ricardo ofansif açıdan bir şeyler üretebilmek adına konsantre olarak sahaya çıkıyor. Onunla beraber o kadar çok oynadım ki artık onun da defansif görevlerini aksatmaması gerektiğini söylediğimde bunu anlayışla karşılayıp saygı duyuyor. Çok güzel bir uyum yakaladığımıza inanıyorum, o da bu konuda kendisini geliştirdi. Hep öne doğru bir şeyler yapma arzusunda ve bazen birileri ona arkaya da yardım edilmesi gerektiğini söylemek durumunda. Bir kez bunu maç esnasında anlattım ve o da buna saygı duyup bu konularda daha dikkatli olmaya özen gösterdi. O gün bugündür de onunla sorun yok, en azından benim yok.

+Gazetelere yansıdığına göre sadece senin değil Ernst'in de sorunu vardı gibi.

-Quaresma daha önce böyle bir şeyi pek denememiş ve bu elbette bu açıdan bakıldığında kolay değil. Sonradan öğrenmek her zaman zordur. Bunu daha önceden yapmamışsanız işiniz kolay değil. Ben hem arkada hem önde oynadığım için arkanın da nasıl bir desteğe ihtiyaç duyduğunun farkındayım ama o bilmiyordu işte.

+
Bunları ona söylediğinizde sorun çıkarmadan kabul ediyor mu?
-Kabul etmek durumunda. Ricardo bu durumu kabul edip saygı duyuyor bize, başka türlüsü de düşünülemez. Kaleciden forvete, yedekte bekleyenden tribünde oturana kadar her şeyiyle bir bütünüz ve ortaklaşa hareket etmeliyiz. Birisi kendisini bunun dışında tuttuğunda bu beraberlik domino taşları gibi birbirini takip eden yıkımlarla bozulur, yürümez bu iş ve başarı gelmez.

+Stuttgart ile kazanılan son şampiyonlukta sağ açık olarak senin katkın inanılmazdı, milli takıma da seçilmiştin. 4-4-2'nin sağ açığı mı, 4-3-3'ün sağ beki mi? En sevdiğin ve oynamak istediğin mevki hangisidir?

-Sağ bek. 1,5-2 yıldır burada oynuyorum ve sanırım yerimi buldum diyebilirim. Diğerlerini öne gönderip ben arkada kalayım en iyisi diyorum (gülüyor). Kendimi burada hem iyi hem de daha verimli hissediyorum. Almanya inanılmaz bir kadro çıkardı ortaya. Her mevkisinin en az iki tane dünya çapında adayı var lakin sadece bir tanesinin hariç: Lahm. Sola geçtiği günden bu yana Almanya'nın sağ beki yok. Bence siz bu performansınızla bu adaylar arasında yer alabilirsiniz, ne diyorsunuz?Şu doğru ki Almanya'nın gerçek bir sağ beki yok. Ama çağrılmayı beklediğimi de çok söyleyemem. Umudum var ve elbette, inanılmaz sevinirim bu gerçekleşirse. 27 yaşındayım, hedeflerimin arasında tekrardan milli olmak da var ama diğer açıdan gerçekçi bir yapım da var. Almanya Milli Takımı kendi içerisinde birbirlerini çok iyi tanıyan, birbirlerine ısınmış dengeli bir kadroya sahip ve bu boşluğu kendi içerisinde bir şekilde dolduracaktır. Size katılıyorum, sağ bek sorunu mevcut.

+Ligimize gelirsek. Bu sene şike operasyonu ile çalkalandı. İlk ne zaman duydunuz ve nasıl bir tepki oluştu takımda?

-İlk anda "Yanlış bir filmin içerisindeyim sanırım" dedim kendi kendime. Tam olarak ne nedir idrak edemedik başlarda. Avusturya'da kamptaydık ve yemek esnasında Türk televizyonlarında bu operasyona ait görüntüler yayınlanıyordu. Bu olaya karışmış insanlar tutuklanıyor diye düşündük. İki gün sonra Serdal Adalı ve Tayfur da dinlenilmek için tutuklandı. Bize geri gelecekler dendi ama birkaç gün sonra hemen herkes endişelenmeye ve üzerine düşünmeye başladı. Yemek masası etrafına her toplanışımızda artık konuştuğumuz tek konu bu olmuştu. Çok fazla şey yazıldı medyada ve bu dönem çok da iç acıcı bir dönem değildi. İddianameleri basın danışmanım aracılığıyla başlarda okusam da artık bu konu en azından bizim için eskisi kadar önemli değil.

+Tüm bu kaos içerisinde lig sistemi değişti, burada futbolcuların hakları üzerine çok fazla düşünülmedi. Futbolcuların etkili olan bir sendikası olsa bu kararlar sonucu NBA, La Liga ve Serie A'da olduğu gibi toplu halde iş bırakma eylemine dahi başvurulabilirdi. Çok konuşuldu ama bir daha sana bu sürecin futbolculara yansıması nedir diye sorsak?

-Bir daha böyle büyük skandallar olmamasını umuyoruz ama olur da benzer yasa dışı istenmeyen durumlar gerçekleşirse bunun çözüm yollarını düşünürken futbolun içerisindeki her kesimin düşünülerek hareket edilmesini umuyorum. Başlarda çok zorlandık, üç güne bir maçı sürekli oynamak zordu. Cumartesi oynadın, Pazar rejenerasyon, Pazartesi normal antrenman ve Salı da gelecek maçın son antrenmanı, tekrardan maç... Sonuç itibariyle yarım sene boyunca neredeyse hiç evinde olmuyorsun diyebilirim. Bir gün evdeysen ertesi gün yoksun ve böylece altı ay. Fazlasıyla yıpratıcı ama sadece futbolcu olarak değil, bir baba olarak bir eş olarak ya da arkadaş olarak. Gerçekten çok zordu bu dönem.

"Para konuşmam"

+Beşiktaş'ın ekonomik açıdan zor durumda olması size yansıdı mı? Maddi sıkıntılarınız oldu mu, paranızı zamanında alabildiniz mi? Bunlar da çok yazıldı çizildi.
-Açıkcası yazılıp çizilenlere pek fazla bakmıyorum ve o yazan insanları da bu açıdan etkileyemem ama bende durum şu: Ben maddi açıdan ne durumda olduğumu konuşmayı pek doğru bulmuyorum. Paramı zamanında alıyor muyum almıyor muyum bunlar benim için dört duvarın içerisinde kalması gereken konular.

+Burak Kaplan ile ortak bir paydanız var: Her ikiniz de Greuther Fürth formasını giydiniz. Çok yetenekli bir oyuncu, neden oynayamıyor ?

-Neden oynamadığımı bilmiyorum. Gerçekten çok yetenekli bir oyuncu. Sanırım birkaç maçlık bir şansa daha ihtiyacı var.

+Kısa kısa soru cevap diyorum buna ama siz uzun uzun da cevaplayabilirsiniz. Galatasaray, Fenerbahçe ve Trabzonspor'dan en beğendiğiniz oyuncuları öğrenebilir miyim?

-Galatasaray'a şöyle bir baktığımda kesinlikle Selçuk İnan derim. Geçen sene Trabzonspor'da da görmüştüm bu sene Galatasaray'da da. Onun önünde çok büyük bir gelecek var. Çok yetenekli ve çok zeki bir oyuncu. Trabzonspor'da ise...
+Burak?
-Hayır değil. Colman. Futbolu çok zekice oynuyor, çok beğeniyorum onu. Fenerbahçe'de...
+Alex ?
-İki isim söyleyebilirim. Alex'in golcülüğü inanılmaz. Tam bir "Killer". Bize karşı oynadığında da gördüm. 75 dakika oyunda göremezsiniz ama tabela 4-1'I işaret ederken gollerin arkasında onun ismi olur. Gerçekten çok büyük bir yetenek. Diğeri ise Christian Baroni. Onu da çok tutuyorum.

+Tüm lige baktığınızda en iyi yerli ve yabancı ?

-En iyi yerli Selçuk İnan. Gerçekten büyük yetenek ve özel bir oyuncu. Yabancılarda ise takım arkadaşım Manuel Fernandes.

"Fernandes Türkiye Süper Ligi'ne fazla bir oyuncu"
+Fernandes ile devam edelim. Khedira mı, Fernandes mi? Her ikisiyle de oynadınız.
-İkisi yine de biraz farklı. Khedira daha çok klasik defansif orta saha, Fernandes ise defansif orta saha ile ön merkez karışımı bir oyuncu. Manuel vücut yapısı olarak çok nadir bulunan bir atlet. Böyle bir şeyi futbolda çok nadir gördüm diyebilirim. Ayrıca teknik olarak da kusursuz. Saha görüşü, arkadaşlarını görmesi o kadar iyi ki bir kenar oyuncusu olarak onunla beraber oynamak lotoda altılıyı bulmak gibi. Ona yaklaştığınızda topun tam da olması gereken yere doğru atılacağını biliyorsunuz, saha görüşü inanılmaz. Sürekli hazır, fit ve motivasyonu her zaman yüksek. Açıkca söylemek gerekirse Türkiye Süper Ligi'ne de fazla bir oyuncu. Onun İngiltere ya da İspanya liginde oynaması gerekir.

+15 milyon masadaymış, satılacakmış dedikoduları var.
-Ben satılmasına karşıyım (gülüyor) ama buna ben karar veremem elbette.

+Real mi Barça mı?

-Barça!

saldır beşiktaş

Alıntı yapılan: ERHUN - Mart 28, 2012, 12:11:50
Özellikle bana yükleme yapacak olan antrenörle çok yakın arkadaşız ve bana oldukça katı bir programı uygulattı. Ona bu konularda fazlasıyla güvenirim. Çalışmalara İstanbul'a gelince de devam ettim ve bu aslında daha çok insanın kendisiyle kurduğu ilişki sonucu gerçekleşir. Bunları yapmadığım zaman vicdan azabı çekiyorum.

ADAM'ın kralısın.
"Kariyerim boyunca 9000'den fazla başarısız atış yaptım, 300'den fazla oyun kaybettim, 26 kez oyun kazandıracak atışı ıskaladım. Çabaladıkça başarısız oldum, başarısız oldukça çabaladım. İşte başarımın sırrı." Michael Jordan

keskinli

Alıntı yapılan: ERHUN - Mart 28, 2012, 12:11:50
"Küçük başarılardan tatmin olmamayı öğretmeleri gerekir"
+Almanlar 3 milyon Türk'ten 3 tane Real Madrid oyuncusu çıkarırken biz 70 milyondan bir tane dahi çıkaramıyoruz. Biz neyi yanlış yapıyoruz, verebileceğin bir tavsiye var mı? Almanlar ve Türkler arasındaki farklar kabaca neler?
-Biz Almanlar çocukluğumuzdan bu yana kurallara bağlı bir şekilde yaşam sürmek üzerine yetiştiriliyoruz. Hangi alanda olursa olsun uymamız gereken bir kural, bir yasa vardır mutlaka. Buraya gelince gördüm ki siz bu konuda biraz fazla rahatsınız. Özellikle notere iki kez gittiğimde de büyük bir şok yaşamıştım zira oradaki görüntü bir Alman için alışık olmadık bir şeydi. Ama başka açıdan Türkler çok samimi, sıcakkanlı ve misafirperver insanlar. Almanlarla kıyaslayacak olursak bunlar da olumlu özellikleri diyebilirim.

+Peki futbolda?
-Almanlar özellikle son yıllarda genç yeteneklerinin eğitimine çok büyük yatırım yapmaya başladı. Kalite yükseldi ve bunu yapan federasyonun yatırımları oldu. İnanılmaz para akıttılar, okullar inşa ettiler ve daha da önemlisi kulüpleri de işbirliğine kısmen zorunlu tuttular. Ben Stuttgart'da oynarken görmüştüm genç yetenekler için her şeyi içerisinde muazzam yurtlar inşa etmişlerdi. Üstelik orada sadece futbol değil her açıdan eksiksiz bir eğitim söz konusu. Pedagojik ve psikolojik eğitim de var. Önemli ayrıntı da kulüplerle de bu okullar koordineli bir şekilde ortak çalışma yürütmeleri. Misal onlar "burada futbol oynuyorsunuz gerisi bizi ilgilendirmez" demiyorlar ve ancak eğitim konusunda geçerli notu alırsa futbola izin veriliyor. Futbolu çevresindekilerden izole edip tek başına ele almayıp her şeyiyle bir bütün olarak bakıyorlar ve bu da sanırım farkı oluşturan unsurların başında geliyor. Türkiye'de ise gördüğüm en büyük eksiklik çok küçük yaşta başlaması gereken o eğitimin yetersiz oluşu ve düzeltilmesi gerektiği. Dahası hırs konusundan sorunları var. Gençlerin pek çoğu profesyonel takımla birkaç kez antrenmana çıkmış olmayı kendilerine yeterli görüyorlar. Onlara en başta küçük başarılardan tatmin olmamayı öğretmeleri gerek. "Tamam bir adım attım ama önümde alacağım çok uzun bir yol var" düşüncesi yerleştirilmeli. Şu an için en büyük hedef bu hırsın futbolculara aşılanması olmalı. Kabaca A takımla 2 kez antrenmana çıkmak yetenekli bir genç futbolcunun hedefi olmamalı.
kücük yasta egitime baslamak arti disiplinli olmak gerekiyor iyi sporcu olmak icin
Ölürüm Beşiktaşım,ZehirimSensin
Evvelim Sen Oldun,Ahirim Sensin