Ana Menü

Kaan Tunçbilek : Çarşı'sız Bir Dünya

Başlatan Kralkartal21, Mayıs 31, 2008, 23:07:34

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Kralkartal21

Tüm Beşiktaşlılar şaşırtıcı bir haberle karşılaştı bültenlerde. Haber ne yönetim ile ilgiliydi, ne transferlerle. "Çarşı" grubu kendini feshetme kararı almıştı. O dakikadan sonra, Çarşı'yı takdir eden ve sempatik bulanları hafif bir hüzün kapladı. Ancak asıl, kendi kimliğini Çarşı grubunun içinde bulanları ve kendini "Çarşı ruhu" olarak adlandırdıkları ülküye ait hissedenleri bir panik havası sarmaya başladı. Alen Markaryan adeta hayallerini ve hayatla bağlarını çalmıştı ellerinden.

Ben hiçbir zaman sevgili Adnan Bostancıoğlu kadar Çarşı'nın yakınında olmadım. Ancak onları izlemek zor değildi. Yaptıkları herşey hayatımıza, zihnimize yerleşiyordu bir türlü. Tribün çoşkuları, açtıkları pankartlar ve faaliyetleri ile Çarşı adı son yıllarda iyice gündemimize oturmuştu. Bazı yönlerden bildiğimiz fanatik taraftarlardı ve her takımın taraftarlarında görülen -rakip taraftarla karşılaşmaya karşı- alerjileri vardıJ Ancak birçok yönden de insanlarda birşeyleri uyandırdıkları kesindi. Dahası, Çarşı bu ülkede bir "ruh" halini almıştı ve herkes onu algılarında bir yere oturtmayı başarıyordu.

Fazla popülerleşmesi, kimilerince hoş görülmeyen davranışları, bazen kendileriyle zıtlaşmaları ve birçok kişinin Çarşı markasını -sırf kendilerine aidiyet duygusu katsın ve toplumda bir yer edindirsin anlayışıyla- kullanması yönünde eleştiriler almalarına rağmen, Çarşı'nın yaptıkları, Beşiktaş'ın değerlerine farklı bir boyut katmıştır. En gergin Fenerbahçe derbilerinden biri öncesi açtıkları "Saygımız 100 yıllık ebedi dostluğu ve ezeli rekabeti yaratanlara" yazısı ve bu rekabette yer alan Fenerbahçeli başkan ve futbolcuların resimleriyle bütünlenen gözyaşartıcı pankart işte bu değerlerin yansımasıydı. Ancak bunu daha da ileri taşıyan şey Çarşı'nın protest kimliğiydi. Onlar savaşa da karşıydı, ırkçılığa da. Faşizanlığın arttığı, insanların seslerini yükseltmekten korktuğu bir toplumda Çarşı'nın yanlış gördüğü herşeyi gündeme taşıması, -bir kıvılcım da olsa- örnek ve cesaretlendirici bir tavırdı.

Çarşı, Sinan Engin, Beşiktaş Yönetimi, Beşiktaş taraftarı arasında, özellikle 100. yıl sonrası alevlenen ilişkinin ve yaşananların detayını bilmiyorum. Ancak en iyimser tahminimle, Çarşı grubunu yönetenler, bir yanda değerlerini geri almak isteyen taraftarlar, bir yanda "Beşiktaş'a zarar verecek hareketlerden kaçınmak için yönetime yüklenmeme" yaklaşımı arasında sıkışıp kaldı. Doğru olanı seçmek ve bu mücadelede taraf olmak zordu. Beşiktaş'ı desteklemek ile yönetimi desteklemek arasındaki ikilemde kaldıramayacakları suçlamalarla karşılaştılar. Ve belki de kararları protest tavırlarına uygun bir protestoydu. Tabii bu sadece benim gözlemlerim.

Çarşı'nın feshedilmesi sonucu hayal kırıklığına uğrayanları ikiye ayırabiliriz: Bunların bir kısmı yukarıda bahsettiğim kendini kimsesiz hissedenler. Diğerleri ise, kokuşmuş addettikleri sisteme, egosu yüksek yöneticilere, sahte duyguların tacirliğini/provokasyonunu yapanlara dayanamayan ve bunu Çarşı'nın davranışlarında, söylemlerinde ve pankartlarında görüp ruhu hafifleyen, umutları artan insanlardı. Üstelik bu grubun ortak noktası Beşiktaşlı olmak değildi. Hatta futbolseverlik bile değildi. Bu iki grubun kesiştiği insanlar da vardı kuşkusuz. 

Bu insanlara sadece şunları söyleyebilirim: Ben 7 yaşlarımda ilk kez Beşiktaş öyküleri dinlediğimde, en sevdiklerim zafer öyküleri değildi. Benim için en değerli olanlar insanlık onuru üzerineydi. Hakkı Yeten'in, Recep Gülesin'in, Şeref Görkey'in küçük çıkarlar uğruna insanlık değerlerini çiğnemeyişleri, taraftara ve rakibe duydukları saygı, -yenilgiyi değil ama- ellerinden geleni yapmadıkları şeklindeki eleştirileri onur meselesi yapmaları, 80lerin Türkiye'si için yüzyıllar öncesine ait masallar gibiydi. Bugün ise binyıllar öncesine ait destanlar gibi geliyor kulağa. Sonrasında Süleyman Seba döneminde yerleşen değerler ise bunun mirası ve devamıydı. 

Bu nedenledir ki, geçtiğimiz gün Yıldırım Demirören'in, Beşiktaş'ın "çıkış yollarının sportif başarıdan geçtiğini" ima eden konuşmasını ve "takım Vestel Manisa karşısında 4-0 öndeyken aleyhlerine tezahürat yapılmasının" şaşkınlığını dile getirişini okurken sadece gülümsedim. Çünkü Beşiktaş taraftarını rahatsız eden şey, sportif başarısızlık değil, kendilerini Beşiktaşlı yapan değerlerin her yıl daha da çatırdamasını hazmedemeyişti. Nitekim sezon başında Ertuğrul Sağlam için açılan ve "sağlam bir karakterin şampiyonluktan daha önemli olduğunu" vurgulayan pankart sezonun en önemli mesajlarından biriydi. 

Nitekim Çarşı'nın öncüleri "Yenilse de yense de takımımızı desteklemek boynumuzun borcudur. Ahmet Fetgeri'lerden, Baba Hakki'lardan, Şeref Bey'lerden aldığımız terbiye ve miras budur" düşüncesini, ya da "biz sevinmek için sevmedik" veya "siyah beyaz ölüm yaşam" felsefesini bu nedenle sık sık dile getirmekteydiler. Ve bu nedenledir ki, Milliyet'in blog yazarlarından Hazer Yokuş'un yazdığı gibi, "Çarşı Beşiktaş'ın önüne geçmemiş, Beşiktaş Çarşı'nın gerisinde kalmıştı." 

Özetle şunu söyleyebilirim ki, bu gelişme yukarıda bahsettiğim insanlarda ne panik yaratmalıdır, ne de umutsuzluk. Sadece sembol haline gelmiş Beşiktaşlıların ve/veya Çarşı'nın onlarda yarattığı olumlu yansımalara sahip çıkmaları yeterlidir. Bunun için ne bir lidere ihtiyaçları vardır, ne de bir gruba ve kimliğe. Sadece Çarşı'da, kendilerine ait gördükleri özellikleri ve kendi algılarıyla şekillendirdikleri Çarşı ruhuna uygun davranmaya devam etmelidirler. Doğrularını ifade etmekten çekinmemelidirler. Yoksa Çarşı'nın feshine üzülmelerinin hiçbir değeri olmayacaktır.

Yazıyı, Zapatistaların efsane haline gelen komutan yardımcısı (komutan halktır ona göre) Marcos'un sözleriyle bitirelim. Onunla bir türlü başedemeyen CIA, onun San Francisco'da geçen gençliğine de atıfta bulunarak, onun hakkında "gay" olduğu şeklinde bir söylenti çıkarır. Marcos'un bir röportajda bu dedikoduya verdiği cevap çok anlamlıdır:

"Evet Marcos gay'dir. Marcos, San Francisco'da gay, Güney Afrika'da siyah, Avrupa'da bir Asyalı, San Ysidro'da bir Chicano, İspanya'da bir anarşist, İsrail'de bir Filistinli, San Cristobal sokaklarında bir Maya yerlisi, Almanya'da bir Yahudi, Polonya'da bir çingene, Quebec'te bir Mohawk, Bosna'da bir barış yanlısı, saat 22.00'de metrodaki yalnız kadın, topraksız bir köylü, kenar mahallelerde bir çete üyesi, işsiz bir işçi, mutsuz bir öğrenci ve tabii ki dağlarda bir Zapatista'dır."
Kalbimizde Renklerin Bitmese de Dertlerin Doyamam Doyamam Sana..

keskinli

Ölürüm Beşiktaşım,ZehirimSensin
Evvelim Sen Oldun,Ahirim Sensin

ferdikoclu

Gerçektende ürpertici bir yazı.. İçim acımıyor değil.. çArşı ne kadar fesh edilsede hep var olucak.. Efsane bitmedi,bitemeyecek...
Dervişlik baştadır, tacda değildir
Kızdırmak oddadır, sacda değildir
Eğer bir müminin kalbin yıkarsan
Hakka eylediğin secde değildir...
Ararsan Allah'ı kalbinde ara
Kudüs'te Mekke'de Hac'da değildir..